top of page
Ara

Yalnız ve Islak

Yazarın fotoğrafı: Hilal ÇelikHilal Çelik

Tam bir ay olmuş yazmayalı. Günlerim fiziksel ve zihinsel yoruculuğuyla beni yıpratmaya başladı. Bu bir günlükse eğer anlatmaya bile neresinden başlayacağımı bilmiyorum. Geldiğim ilk haftalarda yaşadığım kültür şokunu atlattım çok şükür. Bordo rujum, kırmızı atkım ve ponponlu şapkamla gökyüzünü kapatan yüksek binaların aralarında yolumu daha da kaybetmeye çalışırken düşünüyorum. Türkiye’den aldığım haberler canımı sıkıyor. Tek bir güzel haberi olmaz mı bir ülkenin? Bununla birlikte burada tanıştığım bazı insanların aptallıkları canımı sıkıyor bazen.


Sharon geçen hafta depresyona girdi tam olarak benimle aynı sebeplerden dolayı. Dağ gibi çocuk “Ben evimi, annemi özledim.” diye ortalıkta dolanmaya başladı. İsrail’de her gün aktif bir hayatı olan bir çocukmuş meğerse. Moralini düzeltmek için birkaç etkinlik ayarladım. Onu Art Gallerie’ye götürdüm. Beni kırmamak için hiçbir şey demedi ama tablolara bakarken ne kadar gereksiz şeyler olduğunu düşündüğünü görebiliyordum, en sonunda onunla aynı fikirde olduğumu kabul ettim ve gidip Kanada’nın meşhur yemeği putin yedik ve elektronik markete gidip Sharon’a bilgisayar baktık. Korkularının üstesinden gelip Macbook almaya ikna oldu.


Burada hayat ıslak ve yalnız. Çevremde belki yüzlerce insan var beraber kahkahalar attığım, deli gibi eğlendiğim, saatlerce sohbet edip anılar inşa ettiğim bir sürü insan… Ama ben kendimi çok yalnız hissediyorum. Dün gece bilgisayarın galerisine girdim ve Bakırköy’deki evde çekilmiş birkaç videoya rastladım. Çoktan unutmuştum bile onları. Merve her seferinde onu habersiz çekmeme gıcık olurdu, nereden bilebilirdik ki bir gün o videoları 28947283974 kez izleyeceğimizi.. Sadece gülmek içindi hepsi. Merve kendi kendine şarkı uydururken, ben yemek yaparken, ikimiz kediyi kızdırırken falan.. Yüzlerce.. Bir tanesi var, iki sene önce Merve salonda orta sehpada ders çalışıyor, bende koltukta her zaman ki gibi aşık olmanın mayhoş sarhoşluğu içerisinde tavandaki gökkuşağını seyrediyorum. Üzerimden unicornlar zıplıyor falan derken Merve radyoda çalan şarkıya ritim tutuyor. En sonda onu videoya çektiğimi farkettiği o anda durdurdum videoyu. Ekranda gördüğüm benim Merve’mdi. Gözlerinin içi gülen, yaramaz gözlerle bakan hayat dolu kız. Bazen hüzünlü, bazen heyecanlı.


“Doğru ya..” dedirtiyor insana. Çoğu insanın anlayamadığı bir bağ aramızdaki. Bana hissetmeyi en baştan öğreten arkadaşlık onunkisi. Kabuğumu elleriyle soyan, İstiklal’de bir sokak çalgıcısıyla vals yaptığımız günlere getiren kız. Sıcacık gülümsemelerde tarçınlı kurabiye tadında sarılmalarımızın çözdüğü büyük(!) problemlerimiz vardı bizim. Kimsenin bilmediği kendimize has dilimiz.. Olabileceği kadar özel, gidebileceği kadar derin. Sevgiyle beslenir, küçük evimizin enerjisini hep yüksek tutardık. Çünkü en kötü günde bile yalnız kalmadık hiç. Herkes gittiğinde bile birbirimize sahiptik hep.


Sonra bir gün geldi. Anlatamadım kimseye Merve’nin çok büyük bir dibe girdiğini ve ellerimi ona eriştiremediğimi. Yardım istedim yana yakıla orada olması gereken herkesten. Keşke sadece anlamasalardı, anlardım.. Dinlemediler bile. Kendimi hiç bu kadar çaresiz hissetmedim ben. Sanırım bu sefer tutamadık birbirimizin elini. Aramızda iki okyanus varken bile bir sesini duymak içimi sıcacık yaparken ona yardım edebilmek için hiçbir şey yapamamak bazen deli ediyor beni. Ve ona yardım edemediğim her saniye için ona yardım etmeyen herkesten daha da nefret ediyorum. Kelimelerin anlamı yok, şarkıların, melodilerin, yüksek binaların hatta dünyanın öbür ucunun bile. Bu bir kaçış değildi benim için; hayallerimin yoluydu ama bana sadece terkediyormuşum gibi geldi. Hayatımın en zor vedasını ettim buraya gelirken. Onu o kadar özlüyorum ki. Bilemiyorum bütün bunları yeterince açık yüreklilikle paylaşabiliyormuyum. Artık bilmiyorum.


Bildiğim ve düşündüğüm tek bir şey var. Şu dünyada neden bahsettiğimi anlayabilecek tek bir insan yok sanırım, dünyanın öbür ucuna gelip baktım, yine yok. Milyonlarca insan var, nasıl bu kadar vahşi, nasıl bu kadar umursamaz olabiliyoruz? Nasıl böyle bencil kalabiliyoruz? Ölüm üzerine edebiyat yapabilen insanlar tanıdım. Ölümü bir şeylerle karşılaştıran insanlar tanıdım. Ölüp ölüp dirilenler tanıdım. Ve artık yoruldum ben. Gerçeği saptıran insanlar gerçekle yüzleştiklerinde yalanlarını gerçeği zaten bilenlere saplıyorlar ilk.

Neyse, biraz optimistik olmak gerekirse, benim Merve’m öyle olmamı isterdi çünkü; dünyanın öbür ucu sandığınızdan daha güzel, bütün bunlara rağmen... Bazen bakıyorum bir millet ancak bu kadar dertsiz olabilir. Daima kibar ve huzur dolular. Kanada’yı Kanada yapan taşı toprağı manzaraları değil, refah seviyesi.


İki hafta önce Thanks Given için Hammock Harbour’a gittik ailecek*. Akşam yakılan kamp ateşleri, kocaman ailenin uzun kahkahaları ve ateş böcekleriyle birlikte inanılmaz bir haftasonuydu. İkinci günün sabahında kısa bir yürüyüşe çıktım. Yüzyıllar öncesine dayanan bir göl buldum, kenarında unutulmuş ahşap bankı olan. Kulağımda müziğim vardı, sonra bir şeyler yanlış geldi ve çıkardım kulaklığı. Doğanın sesi, havayla ve manzarayla o kadar ahenkliydi ki. Ancak üçünü bir araya getirdiğinde gerçek hazza ulaşabiliyorsun. Ciğerlerimin her dokusuna kadar yerleşti tertemiz oksijen. Oradan ayrılmak zor oldu benim için. Dönüşte kırmızı bir akçaağaç yaprağı buldum ve kitabımın arasına koydum.



Pumpkin tarlasına gidip pumpkin topladık, meğer benim ev sahibinin ailesinin çiftliği varmış. Halloween’e az kaldı bir de.. Bütün evler süslenmeye başladı. Mühürlenmiş verandalar, hayaletli vampirli evler, örümcek istilasına uğramış bahçeler.. Böyle şeylerle gerçekten uğraşıyorlar. Dedim ya, dertleri yok. Otobüslerde metrolarda daima herkes birbirine karşı sevgi dolu. Biri yanlışlıkla yolumda dursa hemen özür diliyor. Metropol dediğin büyük, akıcı ve bencil kalabalıklardır aslında. Böyle düşünürdüm ben büyük şehirleri, sabahın 7’sinde metrodaki ifadesiz yüzlerin rengidir metropoller. Fakat bizim metropolümüz İstanbul olduğu için sanırım böyle bir algımın olması. Toronto’da kalabalık, kalabalık hissediyor. Herkes birbirini görüyor çünkü, herkes kulak veriyor etrafına. Sokakta, AVM’de, caddede, markette biriyle tanışabilirsin ve 20 yıldır tanışıyor gibi arkadaş olabilirsin ve bu şehirde asla yalnız kalamazsın, herkes sürekli herkesle konuşuyor çünkü.


Kanada halkının ebeveyni her kimse inanılmaz dışa dönük ve özgüveni yüksek bir toplum yetiştirmiş gerçekten.. Yalnız kalabilmek için büyük çaba harcayıp kaçman gerekiyor anca, benim bugün yaptığım gibi. Kalabalıktan sıyrılıp yalnızlığıma koşuşum gibi. Arada herkese lazım.

Şimdi hüzünlü yalnızlığımdan sıyrılıp huzurlu kalabalığıma dönmemin zamanı geldi sanırım. Bugün bunu yapmak için kusursuz bir gündü.


‘Biz yine sevgiyle kalalım, sevginin çözemeyeceği hiçbir önyargı olmaz bu hayatta..’

-İsrail’li çocuğa selam olsun.


H.


 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör
  • White Facebook Icon
  • White Twitter Icon
  • White Instagram Icon

© 2016 by Hilal Çelik. Proudly created with Wix.com

bottom of page