“Öğrenirdi belki.” dedim mızıklayarak. Tıslayarak güldü bana, göz göze geldik. Hüzünle baktı gözlerime. “Sen öğrendin, ben öğrendim bak ne oldu neredeyiz şimdi?” dedi. Başımı eğip yere baktım karanlıkta göremedim ayaklarımı. Göl kenarındaki yol çok karanlıktı, kilometreler ötede bulutların arasından yayılan ayın ışığı garip bir şekilde floresan etki yaratıyordu. “Tam burada sigara içmeliyiz.” dedi ve tuttu kolumdan kayalıklara sürükledi beni. Yılanlar, tilkiler, kokarcalar ve rakunlardan söylendim ciyak ciyak. Bir an bana şaşkınca baktığını hissettim ama bakışlarına karşılık vermedim. Ne ara bu kadar korkak olmuştum sahi. O da şaşırmıştı. Dişil enerji mi demeliydik? Ya da beni kahramanı olarak gören insanlar vardı da onları hayal kırıklığına mı uğratmıştım insan kalabilmeyi sonunda başarabildiğim için. Çok fazla soru soruyordum yine. Bir şeyler yanlıştı. Saçlarımı düzeltti gereksiz yere. Yüzlerce saç telimden üç tanesi orada bir yerlerde durduysa ne olmuştu yani? Ne istiyorsunuz benden artık? diye homurdanmak istedim. Çiçekleri dikecek diye toprağa parmaklarıyla bastırdıkça bastıran müdürüm geldi aklıma. Dik durmalarını istiyordu aslında ama çiçeklerin boğazına sarılıyordu, nefeslerini kesiyordu. Ertesi gün su döktüğümde toprak bile kabul etmedi vermeye çalıştığımız sevgiyi. Artık çok geç kalmıştık. Sonrasında kapının önünde dikilip en ufak bir rüzgarda birer birer döktüğü yapraklarını ifadesiz bir suratla seyretmiştim. Çok geç kalmıştık.

Belli ki yeterince vakti vardı artık olanları düşünebilmek için. Yine de bir şekilde kendini savunup duruyordu. Ben de ellerim çenemde hikayenin devamını merak ediyordum sanki bütün hikayenin başrolü ben değilmişim de hikayenin sonunu bilmiyormuşum gibi bir merakla ve izolasyonda. Ne garip diye düşündüm. Önce sesimi aldın benden, sonra sesim oldun. Şimdi de benimle konuşmaya çalışıyorsun ve bu sefer de kendi kendine. ‘Burada sana benden başka zarar verebilecek kimse yok’ dedi. ‘Aa tamam o zaman’ dedim ve yürümeye devam ettim, her zaman ki gibi, hep yaptığım gibi. Şaşırıyorum bazen, insanın hiç mi hayatta kalma içgüdüsü olmaz.
“Fazla geç kalma sen yine de.” dedi. Nelerden vazgeçtiğime bakmak istedim önce. Sonra vazgeçmediğimi farkettim. Birisinin eline saçlarımı tutuşturmuştum ben yine, sevsin okşasın biraz diye. Artık acı çekemiyorum diye aylardır saçımdan sürüklenirken üstümden başımdan düşürdüklerimi, dikkatsizliğim yüzünden parçaladıklarımı o an farkettim. Ceplerimi yokladığımda benden geriye ne kalmıştı? Benden geriye yine o kalmıştı işte. İçimde bıraktığı kocaman boşluk. Ancak olmayan bir şeyi kaybedemezdim zaten ve ben buna da çok güldüm sonra. Hep bi çıkış noktası bırakıyor hayat paternlerini örerken, muazzam. Sonra yorganın altında nefes alamazken `O boşluklardan filizlenelim şimdi.’ diye kandıracak beni yine hiç bir şey yaşanmamış gibi. Yine kaldıracak beni ayağa. Yine çabalayacak, ottan boktan şeylere inanacak ve yuvarlaya yuvarlaya çıkaracak o merdivenlerden.
“Gerçeği kabullen artık.” dedi. Tecrübesini ve öğrendiklerini yudum yudum içtim. Alacağım cevaplardan korktuğum için hiç sormadığım sorular el ele tutuşup zihnimin içinde kutu kutu pense oynadılar. Neden olacak.
H.
Commenti