Sonra nasıl hissettiğimi bir grafikle anlattı. Çizgiyi nasıl aştığımı ve nasıl çizgiden düştüğümü seyrettim. Klinikten çıkıp Kadıköy’e yetişmek için hızlı hızlı yürürken konuştuğumuz her şeyi unuttum önce. Sonra ağlama isteği geldi. Oracıkta bir kaldırıma çöküp bu paramparça halime bir ağıt yakmak istedim. Şamanlar gibi bir ritüelin içine atmak istedim kendimi.
Anlaşılmak istemiş olduğumu ama bunu bile yanlış anladığımı farkettim. Beni anlamasını istediğim insan/insanlar onlar değildi, kendimdi. İnsanın birisi tarafından anlaşılmak istemesi için bencillik demek basit bir tanımlama olurdu. Bağımlı ilişkiler kurarak yeterince durumu karmaşıklaştırmıştım zaten.

Sonra eriyen duygularıma şöyle bir baktım. Fazla geldi, ağladım. Bazı insanları özlediğim için, en zayıf yerlerimden kırıldığım için, bazı kararlarımdan pişman olduğum için, kendimi bulamadığım için, kaybolduğum ve bu şekilde geldiğim yeri sevemediğim için, hissettiğim yalnızlık kendi duygularımı yabancılaştırmamdan büyümüştü. Zor mu gelmişti bilemedim. Artık iyileşmek isteyip istemediğime bile emin olamadım. Geriye hiçbir şey kalmayana kadar ağlamaya devam etmek istedim.
“O gün eve döndüğümde yıkıldım.” dedim doktora. “Gösterdiğin neydi?” diye sordu. “Hiçbir şey. Umurumda değilmiş gibi ve çok normalmiş gibi davrandım.” Önündeki kağıda aceleci notlar aldı.
“Çok normal.” dedi. Geri geliyorlar. Önce hissetmen ama sakin olman gerekiyor. Bense panik halinde bir kirpi gibi ya fıtı fıtı kaçmaya ya da top olup saklanmaya çalışıyor gibiydim. Çok fazla duygu vardı ve bunları kelimelere dökecek bir dil bilmiyordum.
Suçlu hissettim. Ve “Ben neden buradayım.” diye düşündüm. Ama gitmek için gerekli olan gücü kendimde bulamadığım için oturmaya devam ettim. “Belki de iyi bir fikir değildi.” dedi çocuk. O gün orada olmamalıydım ve bir araya gelmemeliydik. Ben yalnız kalmamalıyım diye bir tabelam vardı sanki kafamın tepesinde yanıp sönen. Ama sizin de modunuzu düşüreyim biraz, lütfen benimle oturun. “Neden durgunsun?” diye sordu. Ve “Fransız ekolünü farklı bir yere koyuyorlar.” diye içini döktü kadın. “Ben koymuyorum.” dedi adam. Biz birbirimize bakıp 2 saniye gecikmeyle içimize güldük.

Neden bahsettiğinin bir önemi var mıydı? Ben sadece ağlamak istiyordum. Bir ilişkimiz bile yoktu ama terkedilmiştim. “O gün kemiklerimin içine kadar ısınmıştım.” dedim doktora. O bana sarıldığında yeryüzünün geri kalanına ne olduğu umurumda değildi. Ama bu anlar parça parçaydı. Grafiğimin iki çizgisi arasında kalabildiğim zamanlarına denk gelen ve dışında kalan donuk parçalarımı ısıtan anlar. Bu yüzden erimeye başlamıştım belki de. Kaosa sebep oluyordu ve panikliyordum. İçinden ne çıkacağını nereden bilebilirdik. Sevgi iyileştirirdi, bildiğim tek tedavi yöntemi de buydu belki de. Ama bu sevgiyi karşılayacak yeterince kaynağım olmadığı için, sadece etrafında dolaşıp vitrinden seyrediyordum onu sanki. Tedaviye ödeyeceği parası olmadığı için ölmeyi bekleyen biri gibi ve belki başka biri gelip beni kurtarır belki diye bekliyordum. Şımarıklık değildi, durumu yeterince kavrayamıyorduk.
Bir sürü birbirinden bağımsız kelime ve cümle kurdum ama hiçbiri gerçekte olanı tanımlayamıyordu. “Sürekli uyuyup durmazsan farkındalık yaratmaya çalışıyoruz burada.” diye dalga geçti.
“O boyutta bir yalnızlığa ve bunun sonucuna şahit olmuş bir insanın bunu konumlandıramaması çok normal ve bu çok zor.” dedi. Bazı cümleler göğsümün ortasına yumruk atıp duruyordu sanki. Nasıl panik olmayacaktım ki.
H.
Comments