top of page
Ara

Mat

Yazarın fotoğrafı: Hilal ÇelikHilal Çelik

Ocak ayının henüz getiremediği soğuk günleri beklerken bugün ilk kar fırtınasına merhaba dedik. Bahsetmem gereken çok şey birikti yine.. Kanada’ya geleli dört buçuk ay oldu. En başında verdiğim karara bağlı kalarak bu yolculuğu kendime yaptığım yolculuk olarak benimsedim bu süre boyunca. Kendime dair yeni şeyler deniyorum sürekli, iç dünyamda yeni yolculuklara çıkıyorum. Zaman alıyor gideceğim yere varmak, ama biliyorum ki yolda olmak uzaklaşmaktır olduğun yerden, yol almaktır.. Yolun nereye çıkacağının bir önemi kalmıyor böyle olunca.


Spora ve yogaya başladım, kime söylesem “Yoga ne yea.” diye tepki verse de ciddi bir müessese aslında. Rahatlama egzersizleri olarak adlandırılan hareketleri yaparken “Allah belanızı versin, ölcem şimdi bırakın beni.” diye söylene söylene yoga matının üzerinde yuvarlanıp duruyorum ama hedeflerim var bu konuda, antigravity yoga yapmak istiyorum. Ve ufaktan başardığımı söyleyebilirim. Her şeyden önce zihnimi tamamen boşaltabiliyorum ve yoga bittikten sonra ayağa kalktığımda vücudumun nefes aldığını hissedebiliyorum. Algılarım açılıyor ve enerjimi topraklamış oluyorum. Bunu sevdim.


Bunun yanında sevdiğim insanlara vakit ayırmaya özen göstersem de kendime daha fazla vakit ayırmayı tercih ediyorum. Mart ayında 23 yaşımda olduğumu söyleyeceğim soranlara, ve yaşadığım bu 23 yılda hayat hakkında öğrendiğim tek şey şu oldu, insanlar kötü ve kirliler. Ben duygularımı paylaşmaktan, kötü düşüncelerle kirletilmekten ve totalde duygularımın çöp beyinlere düşmesinden yoruldum artık.

Bu dört buçuk ayda üniversite hayatım boyunca hayatımı etkileyen bütün herşeyi ve herkesi düşünmek için de, hiçbir şey düşünmeden yaşamak için de çok vaktim vardı. Okudum, gezdim, tozdum, şen kahkahalar attım, duygulanıp ağladım bazen, çok sevdim birilerini, yeni insanlar tanıdım dünyanın farklı yerlerinden, onların* düşman dediklerinin elini tuttum, değer verdim ve değer kazandım, sonra bu yolculuğun tam ortasında durdum ve derin bir nefes aldım tıpkı geçiş hareketi yaptığımız bir yoga evresi gibi. Hayat dinlemekten ve öğrenmekten ibaretmiş aslında bunu öğrendim, dinledim ve öğrendim.


Bazen insan yolun sonuna gelmiş gibi hissediyor yaşarken, hala yaşıyorken yani. 2014 kışında Eskişehir-Kütahya yolu arasında bir yerde aklımı yitirdiğim günün gecesinde turuncu gece lambam beyaz tavanıma ışıkla horizon şekilleri çizerken boş gözlerim de onları takip ediyordu.

Yerin altında değilim ama üstünde de değilim sanki.

Size bir sır vermek istesem sanırım mazur görmezsiniz. O gece ben o turunculu tavanı seyrederken bir şeyler değişti. Çakralarım sanırım, o günden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı, hiç dönemedim o günden geriye. Eskiden insanlara baktığımda renkler hissederdim, beş duyu organının altıncısı gibiydiler. Siyahlar vardı gizemliydiler, beyaz vardı tertemiz, sarılara aşık olurdum ve tozpembelere sarılma ihtiyacı duyardım, kahverengiler bende kusma isteği uyandırırdı. Ne anlama geldiklerini hiçbir zaman anlamadım, bilmiyorum belki ben uydurmuşumdur. Ama o gece hepsi kayboldu aniden. Zaman zaman tekrar hissetsem de bir daha o kadar parlak hissetmedim hiç. Daha kötüsü oldu. Renklerle hissetmek kumar oynamak gibiydi. Onlara baktığım sürece hissediyordum renklerini insanların. O geceden sonra birinin aurasını hissetmek için ona bakmama, konuşmama ya da dokunmama gerek kalmadı. Hissediyorum. Sanki içimde bir program var ve biri çekim alanıma girdiği an içindeki duygu yoğunluğunun yüzdelik oranını hesaplayabiliyor ve oda sıcaklığı derecesi gibi ayak parmaklarımın ucundan boğazıma kadar yükseliyor. Mesela eğer boğazıma kadar geliyorsa o kişinin zift gibi kötülüğü, nefes alamıyorum aynı ortamda bulunurken. Yeryüzünde şimdiye kadar varolmuş bütün acılar içimden geçiyor.. Ölü çocukların çığlıkları gibi, hepsi bedenimde can buluyor sanki. Sonra da midem kasılıyor ve kusmak istiyorum.


Anlatamıyorum. Yüksek egolarının altında ezilen insanlara, ne kadar sevgisiz ve ne kadar acınası göründüklerini anlatamıyorum çünkü onların omuzları hep dimdik başları hep ileriye dönük oluyor. Bulutların mavisine bakıp kendi kendilerine yalanlar söylüyor ve inanıyorlar. Ve anlatmaktan vazgeçiyorum bende, bencilliklerinin yanından sürtünerek geçip giderken gözlerimi kapatıp dua ediyorum içimden iyilikleri için. Gidip biraz kitap okuyorum ya da yeni bir kütüphane keşfediyorum mesela, ama temel olarak kaçıyorum. Kış ayları da yardımcı oluyor bana 3 sene öncekinin aksine. Atkıya şapkaya sarılıp, bazen yüzümü kitabımın ardına gömüyorum, saklanabiliyorum insanlardan. Eğer kalbim kırılırsa en çok kendimi suçluyorum, kendimi yerin dibine sokup sonra ensemden tutup yeryüzüne geri bırakıyorum ki kalbim iyice taşa dönüşsün, onlar dokunmasın diye.


Allah kimseyi ölümle, ailesiyle sınamasın. Döktüğüm gözyaşlarını, canımın acısını ve nasıl parçalara ayrıldığımı biliyorum ben. Bazen üniversitede yaptığım bazı hatalar için pişman olasım geliyor sonra derin bir nefes alıp Toronto metrosunun penceresine çeviriyorum bakışlarımı. O hataları yapmasaydım şimdi burada olmazdım belki diyorum. Böyle elenmez böyle sadeleşmezdim. Belki o kalabalıktan hiç sıyrılamaz, içimdeki kalabalık seslere böylesine kulak kabartamazdım diye düşünüyorum ve rahatlıyorum. Sonunda kendimle konuşuyorum, çok ölüm gördüm. Hep en yakınımdan, çekirdek ailem küçüldükçe küçüldü, çok acıttı ve çok acıtıyor aslında. Bugünden 30 yıl sonra çoluk çocuğa karıştığımda kalabalık aile yemeklerimiz olamayacak bizim. Hala olmayı da çok isterdim, abimin hep bir yerlerde yaşıyor olmasını da, bedeli ne olacaksa olsaydı.. Ama diyorum ki sonunda; boşuna değildi, olmamalı. Bir yeteneğim var benim henüz farketmediğim. Onun peşinden gidip bulacağım onu. Dünyanın hangi öbür ucunda olursa olsun..


Sanırım Kanada’da musluk sularına antidepresan katıyorlar gerçekten. Böylesine bir iç huzur, böylesine bir özfarkındalık başka türlü mümkün olmasa gerek.


H.


 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör
  • White Facebook Icon
  • White Twitter Icon
  • White Instagram Icon

© 2016 by Hilal Çelik. Proudly created with Wix.com

bottom of page