
Niv ve Christian beni eve bıraktıktan sonra sokak kapısının yanındaki koltuğa oturup olağanüstü centilmen Kore’li çocuğun gözleri dolu dolu çektiği veda videosunu izledim. Christian’ın arabasının Mortimer Street’te kararsızca yol alışını seyretmemden hemen önce Niv’le sıkı sıkı sarılmıştık birbirimize. Bana büyük bir çanta dolusu hediye bırakmıştı. Sonra dedim ki,
Ah be olum ne çabuk geçiyor zaman..
Farketmeden ne çok bağlanmışız birbirimize. Sharon’u özledim sonra, benim diğer hayırsız eğer hala burada olsaydı şu an Skype yapıyor olurduk, şimdi fosur fosur uyuyordur yüksek ihtimal ya da yeni girdiği işine gitmek için erkenden kalkmış hazırlanıyordur belki. Sharon’un Kanada’daki son gecesini hatırladım. Momentos’tan sonra metroyu beklerken bana öyle sıkı sarılmıştı ki o an beni ondan kimse kopartamazdı yüksek ihtimal. İki yönlü peronun ortasında dakikalarca öyle kalmıştık, şimdi bile hatırlıyorum gözlerimize hücum eden gözyaşlarımızı.. East’e giden tren geldiğinde “Hayır.” demişti. “Öbürüne binersin biraz daha kalalım.”
Bir gün önce bana Mac’ten bir ruj paleti alıp elime tutuşturmuştu. Victoria Secret’tan kız arkadaşı için hediye seçerken ona evlenme teklif etmiştim. Sonra kocaman bir kahkaha atıp kendisinin Yahudi olduğunu ve benim Müslüman olduğumu hatırlatmıştı bana ciddiyetsizce. “Biliyorsun.” demişti. “Bizimkiler çok sorun yapmaz ama sizinkilerden çok emin değilim.” Çok para harcadığının bilincinde olmadan kız arkadaşına seçtiği vücut losyonlarının kokularını denemem için sepetinin içinden yeşil olanı açıp burnuma dayamıştı sonra. O kadar çok koku denetmişti ki mağazadan çıktığımda başım dönüyordu.

Şimdi giden Niv. Aynada saatler önce balık sırtı ördüğüm ama artık pek birşeye benzemeyen tülermiş saçlarıma baktım. Sanki kalbim kırılmıştı. Bazen yolda yürürken yaptığı bir espriye gülmek yerine o insana kocaman sarılmayı tercih ettiğinde onu ne kadar çok sevdiğini farkedersin ya hani.
Niv’in bana verdiği o büyük çantayı açıp içindekileri tek tek boşalttım yatağımın üzerine. Sonra çantanın iç gözüne sıkıştırdığı özenle katlanmış şalımı bulduğumda gözlerim tekrar doldu. Bilmem ne kutlamaları için City Hall’a gittiğimizde almıştı o şalı benden. Saçlarımı kafamın iki tepesinden topuz yapmıştım o gece, bu iki serserinin küçük kız kardeşi olduğum iyice belli olsun diye. İki gün önce Niv ve Sharon gittikleri pubda Niv’in kabanını çaldırdıktan sonra Niv Toronto soğuğunda sadece polarıyla duruyordu, tabii donarak. Dünyanın en korkunç konserine on dakika sabredebildikten sonra sıkılıp havai fişekleri izlemek için Sheraton Hotel’in terasına çıkmıştık gizlice, şalımı o sırada ona ödünç vermiştim. Dönüşte metrodan inerken tam kapılar kapanmadan önce yaramaz bir çocuk gibi şalı gösterip ona el koyduğunu belli ederek peronda kaybolmuştu.
Şimdi elimde şal boş boş yılbaşında perdeme astığım Christmas ışıklarına bakarken düşünüyorum. Onlarla geçirdiğim beş ay çok güzeldi. Ilac’taki ilk günümde ilk arada Sharon’un peşine takılıp kahve içmeye gittiğim için o kadar mutluyum ki.

Kim bilir ne zaman görüşeceğiz bir daha, bilmiyorum. Ama şuna eminim ki Niv’le dalga geçmeyi, yaptığı çapkınlıkları kız arkadaşına şikayet etmekle tehdit ettiğimdeki minik telaşlarını, ben bunu yaparken Sharon’un kenarda bize gülmelerini ve sonra Niv sinirlenip beni kovalamaya başladığında Sharon’un arkasına saklanmayı çok özleyeceğim.
Vedalar kolay değil, geriye hep mutlu olmalarını, çok sevmelerini ve çok sevilmelerini dilemekten başka yapacak bir şey kalmıyor geride kalana. İnsanları yargılara hapsetmek ve kaybetmek yerine kalplerine dokunabilmeyi denemeli ve önce gülümsemeliyiz belki de. Eminim dünya daha güzel bir yer haline gelir sonra, ve evet hiç vazgeçmeden.
H.