top of page
Ara

Ne Eksik Ne Fazla

Yazarın fotoğrafı: Hilal ÇelikHilal Çelik

Başımı uzattım arka kapıdaki basamakların ötesine. Kim’in her zaman ki yerinde, salondaki kanepede Nessie ve Travish’le beraber tembellik yapıyor olması gerekiyordu, ama onu orada bulamadım. “Hey.” dedi bana bahçeden. Bütün kış boyunca bahçenin bir köşesine istiflenmiş kırmızı koltuk yastıklarını tahta döşemelere özenle dizmiş masanın üzerindeki çiçeklere bakarak düşünüyordu. “Hey.” dedim ben de.. Hava kararmadan yaptığım akşam yürüyüşlerinden birine çıkıyordum, marvel eşofmanımla.. Bazen annem beni böyle görse kim bilir ne kadar söylenirdi diye düşünmeden edemiyorum. Toronto sokaklarını evim gibi benimsediğimden midir yoksa evin düzayak olmasından mı bilemiyorum, üzerimdekilerle ipimi koparıp birkaç sokak adımlamaya bayılıyorum. Düşünecek şeyler de biriktiğinde tadından yenmiyor.


Açıkça söylemem gerekirse bu hafta başı başlayan iç bunaltısı her yerimi sarmış, gözeneklerimden Türkiye özlemi fırkırmaya başlamıştı yine. Sanki görevimi tamamlamış gibi hissediyorum bu günlerde.. Kanada’ya geliş amacım sözde yeterli TOEFL puanını almadan geri dönmemekti ama son tahlilde TOEFL da umurumda değil, başka bir şeyler de.. Resmi olarak ilk defa belirtmeliyim ki, burası bana oldu artık, bittim. Sanki ekranda “Mission completed” yazısı belirmişte hala oyunun aynı levelini tekrar tekrar oynamaya, obsesif bir ısrarla denemeye devam ediyormuşum gibi.

Bilmiyorum, insan hisseder sanki o an geldiğinde. Yani bir yerde ya da bir kişide doğal döngü süreni tamamladığında başını kaldırıp bir etrafına bakıverirsin rüyadan uyanmış gibi. Süren dolmuştur. Ne eksik ne fazla. Artık sadece gitmen gerekiyordur. Bana da bu oldu işte. Her gün kendimi okula itekliyorum. Sabah alarmlarını yarım saat öncesine kuruyorum ki üç kere erteleyebileyim ve bu sürede yarı uyanık kendimi ikna edeyim diye. Sonra da gözümü açar açmaz gördüğüm her şeye bir güzel sövmemden oluşan bir sabah rutinim var. Ve bu sıralar her şeyden çok özlüyorum eski düzenimi. Ama öyle depresif bir özlem de değil.


Bugün mesela okuldan sonra kendime ayırdığım iki saatlik uyku süresinde gözlerimi kapatıp Yeşilköy’de olduğumu hayal ettim. Yalnız başıma İstanbul’da öylece yürümeyi sevmiyor olmama rağmen ilk aşık olduğum çocuğun gösterdiği gökyüzünün altında olmayı, dalgaların ve martıların çığlıklarını dinlemeyi ve tıka basa yediğim kaseler dolusu midye dolmadan sonra Tilbe kafeye bakış atıp bir sonraki hafta sonu sırf menemen yemek için tekrar gelmeye karar verdiğimi hayal ettim. Marinaya çıkan o çimenli yoldan hoplaya zıplaya geçip Kırmızı Koltuklar’da mı oturmayı yoksa biraz daha huzurun ve refahın keyfini çıkarttıktan sonra ileride iğrenç çaylar satan diğer çay bahçelerinden birini mi seçsem diye kararsız kalıp yürümeye devam ettiğimi, sonra düşüncelere dalıp Kırmızı Koltuklar’ı çoktan geçmiş olduğum için sonunda deniz kenarında bir banka oturup “Şimdi ne yapacağım?” diye düşündüğümü hayal ettim. Hep böyle olmaz mı..


Yaklaşık bir yıl önce Bostancı sahile nefes nefese geldiğim o gün, “Gidiyorum ben.” diyişim gibi. Oysa orası sevdiğim adamla ilk buluştuğum ağacın altıydı. Her şeyin başlangıcıydı bir nevi. Şimdi bakınca ne çok su aktı köprünün altından. O adamın da 6 ay önce dediği gibi, çok farklı hayatlara savrulduk. Ama bütün bunlar içinde çok farklı hayatlarımıza bakıp gülümseyebiliyorum şimdi. Herkes böyle mutlu, böyle tatmin olsa keşke.


“Özledim seni” dedi Merve. “Ben kokunu hala biliyorum.” dedim ona. Ah kardeşim. Ne güzel bir aile kurduk. Ne güzel sevdik biz İstanbul’u. Bundan bir buçuk iki sene önce sorsalardı asla terketmezdim İstanbul’u. Oraya ait olmayı sevmiştim. Sonra kanatlarım beni nerelere getirdi. Şimdi düşünüyorum. Bu yolun sonu yok. Ne çok yıpratıyoruz kendimizi birileri için, bir şeyler için. Hele ki ben o kadar çok ölüm gördükten sonra bile nasıl kaptırıyorum kendimi günlerin akışına. Hayat bize büyü yapıyor sanki. Ve bazen sanki hiç bitmeyecekmiş gibi, bazen de çoktan bitmişte üzerine toprak atmayı unutmuşlar gibi hissettiriyor.


“Sen orada daha fazla barınamıyorsun Hilal.” dedi. “Atla gel hadi.”

“Yapamam.” dedim. Söz verdim. İnsan bazen kendine verdiği sözlerden de korkuyor. Aslında insan verdiği sözlerden korkuyor en çok. Öyle tepkisiz öyle umursamaz davranıyorum ki insanlara son zamanlarda. Eskiden hep “Pişman olacak mısın?” diye sorardım kendime. Cevabı hep yaramaz çocuk gülüşümle birlikte gelen “Hayır.” olurdu. Şimdi sorduğum soru daha dönemsel. “Şimdi bir bilet alsan Türkiye’ye, gider miydin öyle her şeyi yakıp?” diye soruyorum. Ve cevabı sevmediğimden sanırım, pas geçiyorum bu soruyu. “Peki şimdi kalkıp Türkiye’ye dönsen umurunda olur muydu bu insanlar?” diye soruyorum sonra. Bu soruya öfke duyuyorum. Ne saçma bir soru. Ne saçma insanlar..


Belki birkaç kişi değer verdiğim, Kim mesela. Şimdi kalkıp dönsem Türkiye’ye en çok Kim’i özlerdim sanırım. Tasasız akşam yemeklerimizi, taze biçilmiş çimen kokusunu ve mutfaktaki tabureye oturup yemeğimi alırken enerjik kıpırdanışlarla beni seyretmesini.


Yok, olmuyor. Sorularım da cevaplarım gibi çelişkili geliyor kulağıma hep. Ben hep mutsuz olduğum bir yerde bir saniye bile duramayan bir insan olmadım mı diye yürüyorum üzerime. Biraz da şizofreni başlangıcı sanırım, insanın kendi kendine kavga etmesi ne kadar normal acaba.

Her şeye rağmen veda vakti de azımsanamayacak kadar yaklaşıyor, geride bıraktığımız 8 aya bakarak hesaplarsak tabii. Oysa daha NBA Store’a bile gitmedim, Merve’ye Niagara Falls’tan Canada baskılı sweatshirt almadım mesela. Ama Dollarama’da buzdolabı magnetlerinin ve anahtarlıkların reyonunun yerini biliyorum. Tam da göründüğü gibi her hareketim bir çelişki..


Günün sonunda aman diyorum. Ne olacak sanki. Dünyanın sonu değil ya. Ailem başarmamı istiyor, öyle spesifik bir konu da değil istekleri başarı.. Sadece bir şeyler başarmamı istiyorlar, aslında biliyorlar; başardığımı düşündüğümde mutlu olacağım. Onlar hep mutlu olmamı istiyorlar..


Peki başarabilecek miyim? Ya da başarabildim mi zaten? Depends on my mind.. Önermede sıkıntı var sadece; başardığın için mutlu olmakla mutlu olmayı başarı saymak arasında bir fark var. Bir ara bunun üzerine de düşünmeliyim belki de..

H.


 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör
  • White Facebook Icon
  • White Twitter Icon
  • White Instagram Icon

© 2016 by Hilal Çelik. Proudly created with Wix.com

bottom of page