top of page
Ara

Biber Dolması

Yazarın fotoğrafı: Hilal ÇelikHilal Çelik

Çok sevdiğiniz bir insanın size yalan söylediğini farketmek, bir insanın size kendini tanıttığı kişiden aslında tamamen farklı bir kişi olabileceğini görmek, sizin ışıltıyla anımsadığınız bütün hatıralarınızın aslında koskocaman bir hiçten ibaret olduğunu sizin yüzünüze vurması ve bilimum aldatılma hikayesini tecrübe etmiş olabilirsiniz. Günlerdir tuvaletini yapamamış kabız olmuşta sonunda düşmanları denize dökmüş gibi boşaltıyorsa içindeki bütün öfkeyi, bunda biraz olsun payınız varsa ve siz yüzünüzde kocaman bir gülümseme, “Başardım sonunda, onu o kadar kızdırdım ki sonunda itiraf etti.” diyebiliyorsanız, tebrikler.. Artık sizde ruh hastasının tekisiniz.

İnsan bu kadar korkusuz olmamalı diye düşünüyorum bazen. Bu kadar sınır tanımaz, bu kadar uslanmaz.. Ailemin genlerinde bir problem olsa gerek ki, beş ay sonra kardeşimin bu hayata karşı daha fazla ayakta duramayıp, sonunda içindeki o sesi takip edesi tuttuğu o gece kendini gökyüzüne teslim ettiği yaşta olacağım, 24. O gittikten sonra hep 24 yaşıma kadar hayatta kalabilirsem ondan daha güçlü ve dirayetli olduğumu kendime kanıtlayacakmış gibi hissettim. Ama dürüst olmak gerekirse, o an yaklaştıkça onun insanlar ve gerçekler konusunda hissettiği şeyleri birer birer hissederken ve bu kadar yorgunken bile son telefon görüşmemizde neden bahsettiğini ve o zamanlar onu anladığımı düşünürken aslında yanından bile geçemediğimi farkediyorum.


Bazı kapılar var hayatta; bilenlerin gözlerindeki hüzünde, kenetli dudaklarındaki sessizlikte saklı. Asla bahsedilmeyen, gizli bir kural gibi hükmeden ve hastalık gibi insanın içini çürütüp, kene gibi kanını emen tecrübeler. İstediğin kadar çığlık atabilir, istediğin kadar tepinebilirsin sesini duyurmak, farkedilmek için. Duymazlar, görmezler.


Etik diye bir davranış yoktur artık. Yanlış diye bir şey yoktur. Hikayeler anlatır, yargılarla ilgili masallar okur, manipüle eder ve kurdukları bu koca çiftliği işletmeye devam ederler. Bütün bu düzenin içinde “Ben bu toplumun bir parçası olmak istemiyorum.” diyip 5 yıldır odasından dışarı çıkmayan kuzenimin yerine de koyuyorum kendimi mesela. Bu kadar yavşaklığın içerisinde en mantıklısı bu muydu? Kaçıp saklanmak, görmezden gelmek ve öleceğin günü beklerken vakit geçsin diye bilgisayar oyunlarına kendini vurmak mı? Yoksa tek başına olacağını, başının çok büyük derde gireceğini bildiğin halde ayağa kalkıp yapılan o yanlışa baş kaldırmak, savaş açmak mı? Yanlışın bir parçası olsan dahi. Kendi kendini gammazlamalı mıdır bir insan inandığı doğrular için? Herkes bedel ödemeli midir?


Bazen yorganımın altına saklanmak bazen de haykırmak istiyorum “Yalan söylüyorsunuz!” diye. “Hepiniz yalancı, kalpazan ve adi insanlarsınız.” İnsanlar kendi sınırlarını korkularının altında çiziyor bu dünyada. Kaybedecek ne kadar çok şeye sahipsen o kadar zayıfsın, o kadar kolaysın. Ya da karşındakinin senden beklentileri tükendiğinde sıfırla çarpılabiliyorsun. Arkadaşlıklar bitiyor, evlilikler sona eriyor. Terkediyoruz herkesi. Tek tek herkesi. Terkedecek kimse kalmadığında da kendimizi terkediyoruz zamanla.


Bütün bu resmin yanında işin içine duygular giriyor, güzel duygular. Sevginin gücü mesela, ne kadarlık bir kapsama alanı olabilir? Bunları sorgulayıp en doğru şeyi yapmaya çalışırken gözlerimle gördüğüm, kulaklarımla duyduğum ve tecrübe ettiğim acınası gerçek şu oldu, dünyadaki bu kötülük; iyi bir insan olduğunu sanıp aslında korkağın teki olduğunun farkında olmayan insanların kendilerini bir türlü gerçekleştirmeyi beceremeyip susmaları, bencillikleri ve vazgeçmelerinden besleniyor, onlardan yüz alıp mitoz gibi bölünüyor. Zorbalığa uğradığında başını önüne eğip kaçanlar, zorbalığı yapanları daha da güçlü kılıyor. Onlara onların dilinden konuşmayı yediremeyen, onların karşısına dikilmeyi bırak bunu bir onur meselesine çeviren zayıf insanlardan bahsediyorum. Bu yüzden yalancıyız.


Susan bugün akşam yemeğinde gülümseyip gökyüzüne bakarken “Hala umut var.” dedi müthiş British aksanıyla. Eğer İngiliz vatandaşıysan mesela, tabii hala umut var. Sen yeter ki gözlerini sımsıkı kapat.


Bilmiyorum. Hayatımda ilk defa gerçekten ne yapılması gerektiğini bilmediğim bir durum, bir çemberin ortasında kalmış kenarlara eşit uzaklıktayken ne tarafa yürümem gerektiğini bilmiyorum. Ve tek istediğim Eskişehir’deki evime gidip kendime taze fasulye yapmak. Yemişim etiği, yemişim geleceği, insanların hayatlarını derken, 17 yaşında bir kız geçiyor gözümün önünden ve dişlerimi sıkıyorum. Yapamazsınız diyorum sonra. İnsanların hayatlarıyla böyle oynayamazsınız. İnsanların kalplerini böyle paramparça edip tır gibi üzerlerinden geçip gidemezsiniz hiçbir şey olmamış gibi. Siz de bedel ödeyeceksiniz, masumiyetini aşka teslim etme cesaretini gösterip ellerinizle büyüttüğünüz o küçük kızların gözlerinden dökülen her bir gözyaşı için bedel ödeyeceksiniz.


Derin bir nefes alıyorum sonra, biber dolması da olabilir diyorum kendi kendime. En iyisi ertesi sabah arabayı alıp alışverişe gitmek..


H.


 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör
  • White Facebook Icon
  • White Twitter Icon
  • White Instagram Icon

© 2016 by Hilal Çelik. Proudly created with Wix.com

bottom of page