
Yeni bir gün doğuyor yeni bir başlangıç niyetine. Kasvetli ve rüzgarlı havayı içime çekmek için balkona çıkıyorum, dudaklarım yine kan revan çatlak içinde kalmış. Her seferinde bilinçaltımın daha derininden çıkarttığım rüyalarım bana görmezden geldiğim bir şeyleri hatırlatmak istiyor sanki -duymazdan geliyorum yine. Ve İtalya’dan gelen gönüllülük projesini reddediyorum çokta düşünmeden. Zaman geçiyor. Sanki bir uçurumun kenarından atlayıp atlayıp bumerang gibi hep başladığım yerde bulmuşum gibi kendimi. Bir milyonuncu seferinde durmuşum da etrafı seyrediyorum. Ne ilerleyebiliyor ne geriye dönebiliyorum. Hissedemiyorum.
Fırsatım olsa basıp giderim buradan demiştim de gidemezmişim. Bu durgunluğumu pranga olarak tanımlarken dün akşam farkettim ki aslında artık gerçekten evdeyim. Bir sene, beş sene önceki gibi falan değil de sanki ilk defa evimdeyim bu sefer. Köklerimin yavaş yavaş daha derinlere inişini hisseder gibiyim her saniye. Dışımdan görünen sert, öfke dolu ve acımasız bir maskeyken içimde güzelce sarıp sarmaladığım cenin pozisyonunda uyuyan ufacık bir kız çocuğu var -büyümeyi şiddetle reddettiği için artık benimle konuşmuyor, ikimizden biri inadı bırakıp diğerine boyun eğmeli. İnsanlara karşı neşe dolu, hiçbir şeyi kafaya takmayan bir kişiyi oynadığınızda buna inanmayı seviyor ve ardını çokta merak etmiyorlar, biz de vakit kazanıyoruz ceninle. İyileşmesi için dinlenmesi lazım. Ona dokunmaya kalkan insanların karşısına dikiliyorum bazen de sebepsizce.
Yorgun olmak için çok erken, vazgeçmek için çok geç bir vakit. -Ama olmuyor.
H.