top of page
Ara

Kokoloji

Yazarın fotoğrafı: Hilal ÇelikHilal Çelik




Hayatımın ilk çeyreğini yaptığım hiçbir şeyden pişman olmayarak geçirdim. Sanırım ikinci çeyreğini de yaptığım her şeyden pişmanlık duyarak geçireceğim. Kendim için bir dilek diledim bugün. Kalpsiz olmayı istedim. Cenazede kalbimi kopartmaya çalışan görünmez tırnaklara işlerini icra etmeleri için izin vermeli ve kalbimi de gömmeliydim o sıralarda. Bunca savaşın bunca çabanın hiçbir anlamı yokmuş meğerse. Ama olsun diyorum.


Yanlış anlaşılmaktan korkmuştum da hiç anlaşılamamak? Sonra “Neyse..” dedim ben de.. Bu böyle demek ki.. Mülakata gidiyorum ve bana şu soruyu soruyorlar “Kendini birkaç kelimeyle tanımlar mısın?”

“Tanımlayamam.” -artık. Bilmiyorum çünkü.

-ya da şöyle söylemeliyim, kendi gördüğüm şekliyle mi yoksa olduğum şekliyle mi?



Uzun bir sessizlik ve kokoloji testleri.. Mutlaka bir şeyler zırvalamışımdır da… Kendimi gerçekten tanımlamaya kalksaydım ben olsam almazdım beni işe, ben olsam elimi bile sıkmazdım. Ne çok felsefe yaptık durduk. Buse bu konuda çok haklıydı.. Boyumuzdan büyük yargılarımız, kendimizi aşan sözlerimiz vardı.


Diyorum ki gene de, insan bir yerde kalmak isterse ne yapar eder kalır. Bir bahane bulur bir kulbuna uydurur ve sever seni. Yine, yeniden, hep. Sanırım Furkan yüzünden oluyor bunlar. Kalbini kırdığımı düşündüğüm başka kimseyi bulamıyorum arşivi karıştırdığımda. Bir de kafama estiği gibi hayatımdan çıkarttığım insanlar vardı ama beni hiç sevmemişlerdi zaten.


Bu oyun fazla geldi bana. Küçükçekmece sahilde arabanın arka koltuğunda yatmış ön koltuğun arka cebini seyrederken karanlıkta, gökyüzü baktığım yerdeydi sanki. Tutunacak bir şeyler ararken sevdiğim her şeyin kum taneleri gibi avuçlarımdan kayıp gidişini hissetmiştim o gün. Sonra denedim. Ayağa kalkmayı sonra yeniden düşmeyi sonra yeniden kalkmayı.. Hata yapmayı sevdim. Kendimi hatalarımla sevdim çünkü en azından herkesin bildiğini düşündüm, içimde hiç kötülük olmadı. Kötülük düşünsem kalbim kırılırdı benim. Affedemezdim kendimi. Ama insan neye inanmak istiyorsa ona inanıyor işte. Herkes canı neye inanmak istiyorsa ona inanıyor. Hepimiz kendi pencerelerimizden bakıyoruz hayata. Birini asla hadi gel birazda benim penceremden beraber bakalım diye yanına sürükleyemiyorsun.


Sebepler de sonuçlar da hepsi bundan sanırım. Sevgi her şeyi iyileştirirdi belki, eğer gerçekten var olsaydı bir yerlerde. Ama önce kendini iyileştirmeli insan. Durup bir soluklanmalı ve silkelenip atmalı üzerindeki toprağı. Sanırım bütün bu olaylar travmatik bir şekilde hiç kimseyi asla affetmemeyi öğretecek bana. Kaçınılmaz sonum olacak; sevgisiz, merhametsiz birine dönüşmek.. Köşelerimi yaratacağım ve köşelerime saplayacağım insanları. Allahtan en azından gelecekte ne olacağını bilemiyoruz.


Ama kabul ettim artık. Boktan bir hayatım var. Bunun enerjiyle falan da bir alakası yokmuş, karma falan hikaye.. Kandırıyorlar hep gençleri, kapitalizmin büyük katkıları bile olabilir. Sen kuşları böcekleri sevince dünya daha güzel bir hale gelmiyor, daha kötü bir hale de gelmiyor. İnsan ailesi tarafından bile terkediliyor yeri geldiğinde, nasıl kızabilirsin ki birkaç aydır ya da birkaç yıldır seni tanıyan insanların seni sevmemesine.


Sevdiğin kadar sevilirsin, mutlu ettiğin kadar mutlu edilirsin.. E bu da bir şeyleri açıklıyor zaten. Sonra böyle düşününce, bir sürü insan da bunu destekleyici şeyler söyleyince inandım ben de. İnsan sevdiği insanlara yük olduğunu hissettiğinde kalmamalı orada. Hatalardan ders çıkartmak ve iyileştirmeye çalışmak bir tek benim inandığım bir felsefeydi sanırım. Hep daha iyisine doğru tırmandığımı sanmıştım ama bunu tek başına yapmanın bir anlamı yokmuş bunu anladım sonra. Ve zaten tek başına hem tırmanıp hem lambayı tutamıyorsun. Ya aydınlıkta kalmayı seçebiliyorsun ya da körlemesine tırmanmayı.. Bu tek kişilik değil ekip işiydi.. Benim ışığım kayboldu, düşürdüğüm için kendimden özür dilerim.-insan en azından kendi tarafından affedilebiliyor ya.. Ama hayatımın bir döneminde beni aydınlattığı için de ona minnettar kalacağım. Şimdi ışığım yok ve göremediğim için tırmanamıyorum da. Sanırım o filmdeki gibi kolumu bacağımı kesip bir uzvumu geride bırakıp devam edeceğim yola.. Yani keşke giden sadece ışık olsaydı.

Edebiyat kısmı bir yana ama toplum için zararlı bir insan olduğumu biliyorum artık. Belki de rahmimi aldırmalı ve çocuk sahibi olma ihtimalimi yok etmeliyim. Benim genlerimin gelecek yüzyıllara dağılmaması lazım çünkü yüksek ihtimal topluma bir sosyopat kazandıracağım. Bir keresinde annem “Bana benzeme olur mu, çok kırılırsın..” demişti. Ne demek istediğini anladım galiba.


Kendimi suçladıktan birkaç dakika sonra gelen “Ee napayım şimdi, öldüreyim mi kendimi?” sorusu en sevdiğim. İnsan bunu sorabiliyorsa kafasının içinde daha tam tüketmemiştir kendini. Bu bir yardım çağrısıdır da, kimse duymaz. Abimin de yardım çağrısı vardı, ben duymuştum ama geç kalmış olmalıyım duymakta. Belki de hayatım boyunca bu geç kalışımın bedelini hep geç kaldığım için bir şeyleri kaybederek ödeyeceğim. Belki de bütün açıklaması budur. O kadar lanetli ve uğursuzum ki, ölmeye bile hakkım yok. Onu önce kardeşim denedi çünkü. Tek temennim en kısa zamanda bana bir araba çarpması(inşallah kırmızı bir Mini Cooper olur- seçme şansım varsa yani..) ya da çevre yoluna çıkarken son hızla gelen kamyoneti göremem ya da sadece ölürüm işte. Umarım en azından o acısız olur.. Bu yüzden artık kendime hiç dikkat etmiyorum.


H.




 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör
  • White Facebook Icon
  • White Twitter Icon
  • White Instagram Icon

© 2016 by Hilal Çelik. Proudly created with Wix.com

bottom of page