top of page
Ara

Yıllar sonra, yıllar önce..

Yazarın fotoğrafı: Hilal ÇelikHilal Çelik

“Sanırım kalp krizi geçiriyorum.” dedim adama.. Elime kalem tutuşturup onu sıktırmamı falan istedi. Gözlerine bakmamı söyledi sonra, floresan ışıkları ve kitaplıktaki dosyalar dikkatimi dağıtıyordu. Sonrası standart.. Bir sürü test ve kan tahlilleri.. Damar tıkanıklığım falan yokmuş galiba ya da kalp krizi geçirmiyormuşum ama strese bağlı ritim bozukluğu ve yüksek tansiyon.. Üzülmemem gerekiyormuş.. Gülümsedim ben de.. “Tamam.” dedim. “Olur üzülmem artık.”


Ayağa kalktığımda kolumdan fışkıran kan ve en sevdiğim beyaz tshirtümün kan içinde kalması ve hemşireye yönelmek isterken benden giderek uzaklaşması… Sonra hemşirenin uğultulu “Hastayı tutun.” diye seslenişi.. Ve yine kendimi iki dakika önce kalktığım sedyede hasta bakıcının şefkatli kollarında baş aşağı yatarken buldum kendimi. Yan sedyedeki kadına gülümsedim ya da öyle bir şeyler.. Yüksek tansiyonla girdiğim hastaneden tansiyonum fazla düştüğü için çıkamadım.


Sonra haftalardır gözden geçirdiğim şeylerin artık bir önemi kalmadı. Hastaneden çıktıktan sonra Mami’ye “Yine ölemedim.” dedim. Ama artık biliyordum bir gün ölürsem bu araba çarpması ya da benzer çeşitli kazalar olmayacaktı. Elimde ekg sonucuma bakarken zıplamaktan iç içe girmiş eciş bücüş ritim çizgileri ölümümün kırık kalp sendromu tarzı bir şeyden kaynaklanacağını söylüyordu. Ritim çizgilerimin dili olsalardı ne söylediklerini biliyor olmanın rahatsızlığıyla güldüm kendi kendime.. Ne kadar da güzellerdi.. Resmini çektim, bir gün biri aşkı tanımlamamı isterse ona bu görüntüyü göstereceğim. Zavallı minik kalbim bu kadar zorlanmayı hiç haketmedi..


Hayatımda hiç bayılmamıştım, hemşireye uzanmaya çalışırken bile aslında hiçbir şeyimin olmadığını ve belki de abarttığımı düşünüyordum. Ben sorunun kalbimde olduğunu düşünürken doktor nörolojiye görünmem gerektiğini söylediğinde sürpriz oldu biraz. Beynimde bir sorun olduğunu ben de biliyordum aslında. Sonra “Yakınların burada mı?” diye sordu bana.. Ben de yakınlarımı düşündüm.. Neden bilmiyorum çok zor bir soru geldi o an.. Sorunu olan beynim bana “Hangi yakınlarından bahsediyor acaba?” diye ısrar etti.. Ben de sadece “Hayır.” diyip kestirip attım.


Eve gittikten sonra yatağıma oturup aynada kendime baktım. Öyle yorgun bitkin falan gözükmüyordum haksızlık edemem. Ama içimin nasıl çöktüğünü biliyordum artık sanırım. Artık bir şeyler yemek için alarm kurmam ve kendimi zorlamam gerekiyordu. Belli bir saatte uyuyup belli bir saatte uyanmam, bol vitamin içerikli besinler tüketmem ve stresten kendimi uzak tutmam gerekiyordu. Minarede mahsur kalan adama gelen kayıklardan yoktu artık, yüzmem gerektiğini biliyordum. Yüzebilmek içinde kondisyon sağlamam gerektiğini.. Nasıl olacaktıysa artık. İnsan kendi kendine nasıl sarılabilirse öyle sarıldım kendime. “Üzülme.” dedim.. “Geçti hepsi.. Güvendesin. Sen izin vermezsen kimse zarar veremez sana.. Ben koruyacağım seni.”


Gece lambasını açık bıraktım, sanırım artık karanlıktan da korkuyorum. Karanlık çarpıntımı artırıyor. Eskiden güzel dramalarım vardı. Şimdiyse iştah eksikliği, yüksek tansiyon ve ritim bozukluğum var. Nur topu gibi yeni bir hastalık. Yeni rutin kontroller.. Kardiyoloji ve nöroloji koridorlarıyla tanışma zamanım geldiğini söyledi doktor. Böyle olmazmış.


Yapmam gereken şeyin koşmaya başlamak olmadığını anladım dün gece.. Sadece durup önce stabile ermem gerekiyordu. Bütün bu olanlardan bıktım artık. Yorgun bile değilim. Sanırım aklımı kaçırdım. Ve kendime nasıl zarar verdiğimi farkettim. Kendime nasıl ihanet ettiğimi.. Kendimden nasıl vazgeçtiğimi.. Bunun ilişkilerle, arkadaşlıklarla, ailevi ya da maddi meselelerle bir alakası yoktu.. Ya da belki hepsiyle birden alakası vardı. Sadece hep kendime zarar verecek yollarda ilerlemeyi tercih ediyordum her seferinde.. Artık kendimi bile dinlememeliydim belki. Ama anlamıyorum kalbimin götürdüğü yolda ilerlemeye çalışırken kalbim bile bundan nasıl bu kadar vefasızca şikayetçi olabiliyordu? Aman zaten herkes benden şikayet edebiliyordu.. Sonra varoluşsal teoriye atıfta bulunarak hayatta kalma içgüdülerime tutunmam gerektiğini düşündüm. Hayattan ne istediğimi bulmam falan gerekmiyordu, sadece hayatta kalsam yeterliydi..


Sorunları görmezden gelmek, başka taraflara bakarak üstesinden gelmeye çalışmak işe yaramıyor. Durumu olduğundan daha kötü yapıyor sadece. İnsanlar sanıyor ki nasıl olduğunu sormak, sürekli konuşmak ya da teselli vermek her zaman işe yarar. Öyle değil aslında. Gözlerimi kapattığımda kendimi çamura bulanmış halde bir bataklığın ortasında görüyorum.. Domuzcuklar gibi kendi pisliğimden beslenerek yaşamımı idare ettirirken ait olduğum çemberin sınırları gittikçe daralıyor ve ben battıkça batıyorum. Ama bir gün geçecek hepsi diye umut ediyorum. Geçenlerde bir sabah annem saçlarımı okşayarak beni uyandırdığında “Yıllar sonra balkonda seninle kahve içerken bugünleri gülümseyerek anacağız. Bunu asla unutma.” dedi bana. Yıllar önce aynısını başka sorunlar hakkında bu zamanlar için söylemiştim Merve’ye. Yeşilköy’de bir evin balkonunda otururken kahvemizi yudumlayacağız ve hüzünlü bir gülüşle gurur duyacağız bütün bu olanlardan, demiştim ona. İnsanın böyle zamanlarda tutunabileceği başka bir gerçeklik kalmıyor. Dün, bugün ve gelecek.. Hepsi bu.. Yaşananların hiçbir önemi kalmıyor bir gün. Sen sadece kendine zarar verdiğinle kalıyorsun. Geri kalan herkes koşmaya devam etsin, ben biraz duracağım. Koştuğumu sandığım zamanlarda bile yanlış tarafa koştuğumu farkettiğimden beridir, hayatın insana neler gösterebileceğini anladım.. Başına neler gelebileceğini tahmin etmeye çalışmak değil de, yaşamın sınırlarını görememek gibi. Bu yüzden sakin kalmalı insan ama her zaman değil. Bıraktım biraz da ben abartayım yaşadıklarımı, bu kadar tevazu bu kadar hafife almak iyi gelmedi bana. Hep başkalarını düşünmek, başkaları adına yaşamak ve insanın kendinden başka herkesi sevmesi büyük bir yalandan ibaret..


H.




 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör
  • White Facebook Icon
  • White Twitter Icon
  • White Instagram Icon

© 2016 by Hilal Çelik. Proudly created with Wix.com

bottom of page