Hayatımın en zor döneminden geçtiğimi farkettiğimde, hayatımın en zor döneminden geçerken yanımda kalması için yalvardığım insanların beni boğulurken seyredişlerinden merhamet dilenirken buldum kendimi. Sanırım her şey böyle başladı. Kendimi bulmamla yani. Dedim ki; bir milat daha yaklaşıyor. Şimdi İstanbul’a taşınma hazırlıkları, iş görüşmeleri ve yüksek lisans sonuçları derken tek bir derdim var sanırım; siyah babet... Babetlerden nefret ettiğim için sanırım kendime bir türlü siyah yazlık bir ayakkabı bulamadım. Ciddiyetli ve cool.. En sevdiğim.
Neyse. Üzerime doğru gelen bir meteor var sanki, sanki hayatıma vuracak ve köklerime kadar bir yenilenme yaşayacakmışım gibi. Sanki koskoca iki sene hiç yaşanmamışta geçenlerde Kadıköy sahilin kenarından Haydarpaşa’yı seyrederken aldığım derin ve kocaman nefesle dışarı vermiştim içimdeki toksinleri. Dün marketten dönerken bundan bir ay önce her akşam gidip oturduğum piknik masasının önünden geçerken birkaç saniyeliğine durdum ve sarıldım oradaki kıza. “Üzülme kuzum.” dedim, iki ay önceki halime. “Biliyorsun, sen hep biliyordun biz hep kalkarız ayağa.. Ne olursa olsun sana bir şey olmaz biliyorsun.” Sen kirli beyaz kedi.. yalarsın tüylerini tekrar, sonra gerinir, esner ve yürür gidersin öyle vakur..

İnanılmaz bir aydınlanma, inanılmaz bir enerjiyle doluyum çok uzun zaman sonra. Toronto’da sertifikalarımı alıp kapının önüne indiğimde biliyordum bir yıldır her gün gittiğim okuldan son çıkışım olduğunu, hiç unutamıyorum o anı; sağanak yağmur yağıyordu. Karşı tarafta ormanlık bir manzara, elimde sertifika dosyamla beraber yağmurun altında yola bakıyordum.. Zaman durmuştu sanki, insanlar donmuş bir tek ben kırpıyordum gözlerimi. Uzun saçlarım ıslanmaya başlamış ellerimde kollarımda güç yoktu. Sonra “Peki şimdi ne olacak?” diye soruverdim. Biraz düşündüm ve bu soruya verecek hiçbir cevabım olmadığını farkettim. En derinlere inmeye çalıştım yüzümü buruşturarak. Derinlerde bir yerlerde bir cevap olmalıydı. Ama yoktu, bulamadım. İşte her şey böyle boka sardı hayatımda. O gün o yağmurun altından yeterince ıslanmadan ayrılırken, neyse dedim.. Boşver bulursun cevabını bir ara.
Sonra..
İki yıl geçti.
Sonra iki yıl geçti ve ben bir sabah gözlerimi açtım, yatağımdan kalktım ve aynaya yaklaştım. Lenslerim olmadığı için göremiyordum ama yakınlaşınca da bütün kusurlarım gözlerimin önüne serildi. Vay be dedim kendime.. Yaşlandın hilal… Gözlerinin altında birer tane kırışıklık var artık, birer minik torba.. Kronik yorgunluktan.. Ve çökmüş mor göz altlarım ben söylemesem de ne kadar yitik olduğumu gösteriyordu bana. Cildim artık eskisi gibi pürüzsüz ve yumuşacık değildi. Kaşlarım mesela.. Bu konu hakkında konuşmasak da olur.. Kendimi sevmek istedim o an. O kadar çok istedim ki bunu. Kendimi tutup “Dur Hilal, tamam korkma halledeceğiz.. Geçecek hepsi.” demek istedim ama aynada kendi gözlerime bakamadım bile. Gözyaşlarım aktı.. Sonra bu olayı da görmezden gelmeye karar verdim.
Sonra tek tek başladım ben de. Önce evi temizledim. Sonra manikür ve pedikür yaptım. Ve gidip alışveriş yaptım, kendime fırında tavuk yemeği yaptım. Öncelikle yemek problemimi çözmem gerekiyordu. Öyle çöp poşeti gibi kapının önüne koymuştu ki beni sevdiğim adam, kanım çekildi o giderken. Benden geriye kalanları kapının önünden toparlayabilmem birkaç haftamı almıştı. Beş günde 4 kilo vermiştim ve artık zaman kavramı da kaybolmuştu. Yatağımın üzerinde oturuyorken kendimi balkonda uyuklarken buluyordum. Ve alarm kurdum, sabah 11.00’de ve akşam 19.00’de çalan alarmlarım bana yemek yemem gerektiğini hatırlatıyordu. Birkaç gün kendimi buna alıştırdıktan sonra kitap okumaya ve dizi izlemeye de başladım.
Çünkü kimse benim kadar hayatta kalamazdı biliyorum. Kriz anları böyledir. Depresyon ve insanın yok edilmesi.. Kendine iyi bakmak zorunda kalırsın başka kimse yoktur çünkü.. Günün sonunda taşikardi ile hastaneye kaldırılırsın ve tek başına taksiye binerek eve dönersin. Hep tek başına. Kendine iyi bakmak zorundasındır. Kendine anlayış göstermek, kendine zaman vermek zorundasındır. Sana şefkat gösterecek, seni sevecek, sana sarılacak senden başka kimse olmaz bazen.
“İyi olacağım.” dedim kendime. Üzerinde çalışıyorum. Çünkü biliyordum ki.. Ne ilkti bu ne de son olacaktı. Birileri hayatımıza girdiğinde sizi asla terk etmeyeceklerini hep çok seveceklerini ve hep kalacaklarına dair vaatler verirler. Gözlerimi devirdiğimde de bütün bencillikleriyle de beni ne kadar inançsız olduğumla yargılarlar. Hep daha fazlasını vermek zorundasındır. Tükenirsin bir gün. Ve tükendiğinde düştüğün yerden elini uzattığında arkalarını dönüp giderler. Çünkü artık beslenmek için yeni bir kana ihtiyaçları vardır. Asla durmazlar. Ama bunu bana ilk kardeşim öğretmişti. İlk kardeşim terk etmişti beni, ve en güzel o terketmişti. En güzel o göt gibi ortada bırakmıştı beni. Hiç kimse öyle bir ders veremezdi zaten. Allah razı olsun. O yüzden gülümsedim kendi kendime. Kötü kötü güldüm. Geriye dönüp baktığımda o Çengelköy çay bahçesinden çıkarken ilk kez birinin elini tuttuğum an ki masumiyetime ve şimdi aynada gördüğüm kıza baktım. Kendimden özür diledim sonra defalarca. En büyük haksızlık buydu aslında. İnsan önce kendini sevmeliydi. Sonra hatırladım o kızı. Asla pişman olmayan o kız, hiçbir zaman pesimist biri olmadı, sadece hayat ona hiç iyi davranmamıştı o kadar. Ve inanıyordu ki, her yaşadığı bir tecrübe olacaktı onu daha ileriye taşıyan. Onu güzelleştiren tecrübelerden neden pişman olmalıydı anlayamadı bir türlü. Ama bir gün pişman olmayı da öğrettiler o kıza.

Sonra ben belirdim. Varoluşumdan bu yana bu kaçıncı deri değiştirmemdi, bu kaçıncı aşamaydı döngümü tamamlama sürecimde bilmiyorum ama orada belirdim ve tutup kaldırdım kendimi. Abimin cenazesinde dik durmaktan yorulmuş bir şekilde abimin toprak tepeciğinin üzerine bırakmıştım kendimi, yüzüstü yatmış ellerimle toprağı avuçladığımda abimin orada olduğunu ilk hissedişimdi, sanki daha gitmemişti hala oradaydı enerjisi, hissettim ve hıçkıra hıçkıra ağlarken babam kolumdan tutup kaldırmıştı beni. O kadar güçlü bir şekilde kaldırmıştı ki ayaklarım yerden kesildi bir an. İşte öyle orada belirdim ve tutup kaldırdım kendimi düştüğüm yerden.
Çünkü biliyorum, gelecekte bir Hilal var düştüğüm yerlerden geçip yaralarımı okşuyor “Üzülme.” diyor bana bakıp. Asla unutmuyor geçtiği yolları, döndüğü kavşakları, tökezlediği taşları, düştüğü uçurumları ve çıkmaz sokakları… Bu yüzden asla yalnız hissetmiyorum kendimi. Biliyorum ki benim iyilik meleğim hep ben olacağım. Sonra ışıldadı her şey.. Kendimi gördüm ve sevdim. Çok yakında her şey değişecek. Ben değiştireceğim. Kendime bir dünya kuracağım sadece benim ve kedimin olduğu kutu kadar bir dünya. Beni bencillikle suçlayanlara bencil olduğumda nasıl biri olduğumu göstereceğim. O kadar güzel bencil olacağım ki.. Bencillik kelimesi yeni bir anlam kazanacak ve bu sefer bir iltifata dönüşecek.
Duygusal detoksumu tamamlamama bir hafta kaldı, insan bazı zararlı besinleri bile belli bir sürede sindiriyor ve sisteminden atması zor oluyor, bir insanı sisteminizden ne kadar zamanda atabilirsiniz? Ben bir ay dedim.

Ve bütün bu evreleri aşarken ne kadar mutlu olduğumu farkettim. Bazen birini o kadar çok severiz ki, bu sevginin bizim için ne kadar sağlıksız olduğunu ya da bize zarar verip vermediğini görmezden geliriz. Bunu anca o kişi hayatımızdan çıktığında anlayabiliriz. Derin bir nefes alırsınız ve dersiniz ki, ben ne kadar mutsuzlaşmışım böyle. Ve ben aslında ne kadar mutlu ve üretken bir insanmışım. İki haftadır bana açılan kapıların haddi hesabı yok. Merve’ye o kadar çok haber verdim ki, iki gün önce gelen aramadan sonra Merve şöyle dedi. “Hilal, artık yeter. Kalbime indireceksin napıyorsun? Bu kadarı da fazla artık.” Tertemiz bir kahkaha attım ve sokakta dans ederek kendi etrafımda döne döne yürürken ona 1764782. müjdeli haberi verdim. Mutlu olmak için çok paralara, birinin beni sevmesine ya da kalabalıklara ihtiyacım yok, ben başardıklarımla ve olduğum kişiyle çok mutluyum. Çünkü en büyük emeği en büyük yatırımı kendime yaptım.
Şimdi, iki yıl öncesine selam çakıyorum ve diyorum ki, “Şimdi ne mi olacak?” … Hep sabırsızsın Cas., -kendime gözlerimi deviriyorum- hep çok şey bildiğini sanıyorsun. Hep sonuca hemen ulaşmaya çalışıyorsun. Şimdi bekleyeceğiz. Çok çalışacağız, kendimiz için. Sevgiyle, sabırla, özveriyle.. Bazı günlerin diğerlerine göre daha zor olacağını bilerek ve hazır olarak. Şimdi yürüme vakti geldi, artık Merkür mü Venüs mü hangisiyse, bize döndü ve şimdi bizim zamanımız başlıyor. Senin yürüme zamanın şimdi başladı. Bekledin, piştin şimdi kapağını açma zamanın geldi..
"Fall in love. Maybe it doesn't have to be with someone. Fall in love with music, art, dancing in the dark, car rides at 1am, the glistening of the stars, the colours of the sun as it rises, the smell of flowers, the feeling of adrenaline that takes over your whole body and suffocates your lungs with joy, good friends who bring out your best, silence, noise, fall in love with the little things that make you feel most alive and find purpose. Fall in love with life"
H.