Akşamları belli bir saatten sonra gelen kalp ağrısına eşlik eden çalışmaktan acıyan gözlerim mi doğruyu söyleyecekti bana? Bu yüzden mi her gün aynaya bakıp gülümsemeliydim? “When I was..”larla başlayan cümlelerden oluşuyordum ve bu konuda yapabileceğim ne vardı bilemiyordum. Her seferinde yemek yemeyi unuttuğum için tam uyumaya karar verdiğim sırada başlayan kramplar, geçmişimi yediğim en lezzetli lahmacunda kilitliyordu. Kedi başını yastığa bırakıyordu yavaşça ve yavaşça kapanıyordu gözleri.
Arada sırada aklıma gelen kendi kendime yaptığım kötü esprilere yine kendi kendime gülecektim ve belki de sonra donup kalacaktım tam orada. Söyleyecek neyim vardı da hala yazıyordum? Edinilen; bilgiler miydi, insanlar mı? Hangi köşeden dönecektik de bir gün saksı düşecekti kafamıza.. Ama her şeyi bile değil bir şeyleri düzeltmek için o saksı bile yeterli bir mucize olmayacaktı. Saklambaç oynayan çocukları seyredip yeni jenerasyon hakkında genel geçer yargılara varmaya çalışacak kadar büyümüş müydüm bu ara? Zaten kimin umurundaydı.. Bir sonrakinden isteyeceğim tek şey ne yapmaması olacaktı da onu yaşayacaktım?

Gün ortasında gelen uyuma isteğine direnemeyecektim ve kediyi uyuduğu yastık birikintisinden kaçırıp ihtiyacım olan günlük şefkat ihtiyacımı bencilce ondan tedarik edecektim. Sesini çıkarmazdı yine de. Kötü kötü bakıp sonra “Eh iyi madem burası da fena değilmiş ama kulağıma doğru nefes alma lütfen.” diyip devam ederdi kaldığı yerden uyumaya. Bu sefer de kandırmış olurdum onu.
Sonrasında gelen “Fakat iyi yol katettin ha.” tatminini bastırmaya çalışırken uykum kaçardı ve yeni bir hayal kurmaya bile vaktim kalmadan başlardım kendime kötü davranmaya yine. Ne çok yargılanır ne çok örselenirdim bu dört duvar arasında bilmeden. Kanatlarımı kopardılar çoktan... Maleficent gibi bir cadıya mı dönüşmüştüm acaba. Keşke ben de kara büyü yapabilseydim. Zihnimin, zamanlarıyla oynadığı küçük flashbackler kara büyünün eksikliğini hissettirmezlerdi sağolsunlar. Gereksiz soruların bünyeme getirdiği minimal kaotik kasılmalarla irkildiğim kaç sohbetin ortasında gözlerim yanardı da belli etmezdim? Bugünler için uzattığım perçemlerim sağolsunlar, bir tek onlar gizlemeyi başarabilirdi zayıflıklarımı, geç keşfetmiştim.
Artık uğraşmaktan sıkıldığım tırnaklarımın asimetrik ama bakımlı kısalığı değildi kim olduğumu belirleyen.. Ya da kırmızı ojeler de değildi kadınsı hissettiren. Zaten hep en derininden kırılıverirdi tam ‘güzel olduk bak şimdi’ dediğim anda. Ben de kestirip atardım.
Saçlarımın ortadan ayrılmaya alışma süreci ve onların bile bana meydan okuyuşu.. Her şeyin birbiriyle bağlantısı var. Alt komşunun getirdiği bardaktaki yumuşak tatlı mesela, muz, yoğurt ve yutmakta zorlandığım diğer yumuşak şeyler gibi, belki bu yüzden yutkunmam zaman aldı seni.

Havaya sıktığım parfümün odaya yayılmasındaki miskinlik.. Durup partiküllerin tam anlamıyla havayla özdeşleşmesi için beklerken gelen ‘Şu an yaşıyorsam eğer öldüğümde hissedecek neyim kaldı acaba?’ diye merak edişim.
Sessizlik.
Sessizliğimin içine doğurduğum gürültülü düşüncelerimdi sarkastik baş dönmelerine sebep.. Ama hayatta olduğumdan bu kadar emin olmama sebep olan da onlardı. Bir tek onlardı.. Beni kandıran düşüncelerim bile benimle hep dalga geçiyordu. O yüzden haklısın. Ciddi değilim. Olamadım. İhtiyacım olan beyin implantı belki.
Sonra “Konu buraya nasıl geldi ya..”
H.