top of page
Ara

-20

Yazarın fotoğrafı: Hilal ÇelikHilal Çelik

Çığlığı bastım sonra.

Olmadı.

Bir kez daha haykırdım arabanın içinde yalnız başıma bir kavşağın yuvarlağından daha savrularak geçerken. Arabanın benzinini bu kadar düşüncesizce harcamamalıydım ya da bu saatte dışarıda ne işim vardı? Ne işim vardı benim zaten.. Ama acıyordu, içimde bir şeyler feci şekilde acıyordu. Bir yaranın kabuk kaşınması ya da adamın birinin beni teselli etmek için uzattığı samimiyetsiz bir peçete parçası gibi. Nedense hiç bütün paketi vermiyorlardı. Düşünemiyorlardı hepsine birden ihtiyacımızın olabileceğini.. Ne de olsa uzundu gece.. Ne de olsa uyumak yoktu ya..


Başımı sallıyordum usulca. Bildiğimiz yalanları anlatmaya daha ne kadar devam edecekti diye düşündüm ve daha o andan itibaren midem bulandı. Bulandım. Sonra devam ettim makas atmaya akşamın bir saati... Son ses müzik... Son ses iç sesimi bastırmak için yöntemlerim... Bir Jeeple kapıştık minik güvercinimle. Bence o da sevdi şarkının sözlerini, yoksa çoktan basıp giderdi.


Geri mi geldi adrenalin tutkum bilemedim. Oysa uçurumun bir ucunda, 12. Katın balkon kenarında ya da onun aklının kıyısındaydım ve direksiyonu kırarken yüksek ihtimal kahkahayı basıyor olacaktım.. Ne ara kırdım kafayı bu kadar diye düşününce sırayla gelirdi eskiden aklıma olanlar. Şimdi su birikintisine damlayan lacivert bir mürekkep gibi dağılıyorlar içimde. İçim, hiç bu kadar acınası bir duruma düşmüş müydü? Hiç gözlerimi kaçırmış mıydım vitrin kenarlarından ya da mutlu tabloların detayından. Bir tık, uzaklardaydı. Ah! çok uzaktaydı.


Hangisi daha korkutucuydu? Ellerimi verdim, bu sefer yanaklarım ıslak kaldı. Gözlerim açık gitti. İyiyi ve kötüyü ayırt etmeyi mi öğrenmeliydim önce? Yollar uzuyor. Ben geri geri yürüyorken bakmıyorum önüme. Önüm, arkam, sağım, solum her yerde gördüğüm tek bir şey var.


Başımı eğiyorum ve görmeye çalışıyorum kırmızı ışığın yeşile dönmesine ne kadar kaldığını. Kendimi bırakıyorum ve yine basıyorum çığlığı. Ve o en tanıdık his geri geliyor. Ölsem keşke. Bir telefon geliyor. İstanbul beni çağırıyor tekrar. Bir of çekiyorum yüksek sesle.. Keşmekeşim, pisliğim, bencilliğim... Hepsi çağırıyor beni. Suçlayacak herkes bittiğinde, herkes gittiğinde boşluğa dönüyor insan. Makalenin başlığını griye boyuyorum ve bir sonraki sayfayı çeviriyorum. Katiyen okumuyorum. Bir çakmak sesine sayfalarca yazı yazabiliyorum ama. Sonra yakıyorum o küçük konfeti parçasını, ne tesadüf.. Elimi de yakıyorum yanlışlıkla. Yorumsuz kalıyorum sonra. Ateş her yanı sardığında ben yine kahkahayı basıyor olacağım yüksek ihtimal. Kaç bin çeşit ihtimal var, yine de var mı bir ihtimal?


Kendi yüzüme vurduğum gerçekler nereye kayboldular? Nereye kayboldu yumruğumu masaya vururken o gün gözlerimden çıkan ateşin sahibi, densiz. “Artık yok muydu cesur kelimelerin?” diye sormak istediğimde bulamadım onu oturduğu yerde. Hani kurtaracaktık insanlığı beraber, değiştirecektik dünyayı? Boş koltuğa daha da dikkatle baktım. Devasa bir sarhoşluğun içerisinde miydim? Bana ne vermişlerdi bu kadar? Bu kadar kafa olacak ne vardı sanki?


Sonra en çok o geceyi özledim. Woodbine durağında inip -20 küsür derecede karlarla kaplı yolun ortasındaki çizgileri takip etmeye çalışarak eve varmaya çalıştığım geceyi düşündüm. Bir elimde son sigaram, bir elimde topuklu botlarım. Çiçekli çoraplarım ıslaktı ve üşüyordu ayaklarım. Ve hatırlıyorum bir çalı dalını koparıp dünyanın en büyük suçunu işlediğimi düşünüp polis beni bulmasın diye daha hızlı yürüyüşümü... ‘Yok.’ dedim sonra. ‘Ben kazanamadım ne kumarda, ne aşkta, ne işte..’ Sharon’un arabanın penceresinden sarkıp “Where is my money, Casinoo?” diye yakarışı gibi... Aynı öyle, sonra onu yanıma oturtup omzumda uyumasına izin vermiştim. Ağırdı başı. Ağardı saçım.


Sonra bir bankta buldum kaybettiğim hatıralarımı. Tökezledim tam orada. Oturdum uzun uzun. Ve böyle bakınca bütün arabalar beyaz diye düşündüm. 5 yıl öncesi bir gecede boşa sardı zihnim. Fatih’te bir ara sokakta dışarıda sağanak yağmur yağarken ağlamaktan pelteye dönmüş başımı yataktan sarkıtırken ben, ertesi gün nasıl ayağa kalktığımı ve yaşamaya devam ettiğimi hatırlamaya çalıştım. Bir yerlerde olmuştu heralde. Asıl konu bu değildi zaten. Göz kapaklarımı kırpmadan baktığım yerde yaşardım, dedim ki.. “Bu da geçecek diyorlar. Hep geçermiş.. Öyle diyorlar. Her gecenin bir sabahı var diyorlar. Ama her gün yine bir geceyle bitiyor hep, bundan bahsetmiyorlar. Ben hep geceleri uyanıyorum uykumdan. Yine de susmuyorlar ve hep aydınlıktayken konuşuyorlar.”

Sahi.. Kim aldı benden o korunaklı camdan kafesimi? Cenazeden sonra sevmiştim onun içinde sessizlikte yaşamayı. Kim tuttu da elimi çıkardı beni oradan, sonra da bıraktı elimi? Her kimse, Allah belasını versin. Bıraksaydı da orada huzur içinde ölseydim.


“Güvertedeki çıplak ayak seslerini dinlerdim ve açlıktan kararmış yüzleri hissederdim. Onunla sokak arasında kalmış bir sarkaçtı yüreğim. Bilmiyorum hangi güçle aldım kendimi gözlerinden, koptum kollarından. Gözleri kederle dolu kalakaldı yağmurun ve camın ardında.”

H.




 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör
  • White Facebook Icon
  • White Twitter Icon
  • White Instagram Icon

© 2016 by Hilal Çelik. Proudly created with Wix.com

bottom of page