
Ucunu açtım kalem rujumun sabah. Gömlek ve pantolon sonra… Her hikayem ya bir eksik ya bir fazla başlamak zorundaymış gibi bir adet yağmurluğum var. Geçecek bugünler, az kaldı diyorum. ‘Bir Gün Çok Param Olursa Hepsini Gömeceğim Kitap Listem’e kavuşmama az kaldı. “Koş!” diyorum kendime, koşmaya başlıyorum, sonra da takılıyor ayağım dümdüz yolda, masanın üzerinde hiçbir şey yapmadan öylece duran su bardağına kafamı geçiriyorum ve kolum bacağım mutlaka bir yerlere çarpıyor. Bu sakarlıkla çokta uzun yaşamam diye düşünüyorum gülerek. Üç günlük dünyada İstanbul’a taşındıktan bir hafta sonra gelmekte olan büyük İstanbul depremi açıklıyor bir şeyleri. Cenazeden birkaç ay sonraydı, tramvayla eve giderken tramvay arızalanıp ani fren yaptığında içgüdüsel olarak hissettiğim tek şeyin “Bu sefer öleceğim galiba, oley!” olduğunu farkettiğimde gelmiştim ilk kendime. Yaşamımın ne kadar ucuz olduğunu ve kendime değer katmam gerektiğini…
Şimdi yine giriş kapımın önünde ilkokul yazması bir tabelayla ‘KAPALIYIZ.” yazıyor sanki. Karanlığımda dönüp duran aydınlık bir ‘Loading..’ bekleyişi. Sindiriyorum. İçselleştiriyorum. Okuyorum insanları. Seviyorum insanları.
En önemlisi, seviyorum insanları. Gülümsemelerimin donukluğu ve sesimin kısıklığı besleniyor asla ifade edemeyeceğimi bildiğim iç sesimden. Başımı kaldırıyorum bazen ve bakıyorum. “O kadar güzelsiniz ki çiçekler değsin ayaklarınıza.” diye haykırmak geçiyor içimden. Sonra da kaçırıyorum gözlerimi. İstanbul burası diyorum kendime öyle ‘taşralı’ bir edayla, öyle sevemezsin önüne geleni, içinden geçerler valla. Sen yine sev, ama içinden sev...
Öyle kırılganımki son iki haftadır. İlk birkaç gün heyecanla ve pervasızlıkla geçtikten sonra bir sabah gözlerimi uyanmam gereken saatten iki saat öncesinde heyecan içinde açtım. Ve dedim ki.. Al işte aşık oldun yine. Bu sefer işine. İnsan kaybetmekten korktuğunda salaklaşıyor ya. Keşke “Rahatlığa çabuk alışır insan.” dedikleri şeyden ben de yaşasam ama sanki gelip geçici tanıştığım insanlar, yeni hayatım. Oysa ne çok savaş verdim kendime gelebilmek için. Oysa ne kadar bedeller ödedim aklıma koyduğumu yaşarken. Ve şimdi, ürkek bakışlarla bakıyorum etrafıma “Allah’ım.” diyorum. “Teşekkür ederim. Bu süper oldu. Geri alma lütfen.” Sanki benimsemeye, sevmeye ve rahatlamaya bile hakkım yokmuş gibi. Sanki gelip geçiciymiş ya da bir rüyaymış gibi.

Artık daha fazla yaralanmamak için ölü taklidi yaparken bir gözüm açık etrafı kolaçan ediyormuş gibi bir halim var. Kendi kendime sarılmak zorunda olduğum günlerin üstünden çok zaman geçmedi ama yıllar geçti sanki. Melankoli mi? Yok değil. Her zaman var bir hüznüm, dediğim gibi bir yarımı gömdüler gözümün önünde. Ama o da değildi asıl mesele.
Büyük İstanbul depremi olmazsa ve ben sağlıklı uzun yıllar daha hayatta kalacaksam ve bu daha bir başlangıçsa belki de gerçekten her gecenin bir sonu vardır. Ama açıkça söylemem gerekirse, korkuyorum. Korkuyorum kelimesi belki biraz hafif kalır, ÖDÜM KOPUYOR. Bu yüzden sanırım bu manasız ruh halim, ölü taklidi yapmam ne zaman bitecek meraktayım.
H.