top of page
Ara

Suni

Yazarın fotoğrafı: Hilal ÇelikHilal Çelik

Sonra yeterince uzun bir Cuma ve yeterince uzun bir hafta sonu geçirdim. Her kafadan bir sesin çıktığı olması gerekenden çok fazla insanla-emlakçıyla- iletişim halinde olduğum ve sanıyorum mutlu sonla sonuçlanan bir hafta sonu.. Galiba işkolikler ordusuna katılıyordum farkında olmadan, elektrik ve suyu üzerime alabilmek için aldığım yarım günlük izin içimde bir şeyleri rahatsız ediyordu. Ama önemli değildi.


Artık bir evim var. Batuhan Bey, ev sahibim anahtarı avcuma bıraktığında yüzüme yayılan o gülümsemeyi kalbimden çıkardım. Dandik bir anahtarlık ve iki anahtar, biri alt biri üst kilit için. İşte bu çok önemliydi.


İki yıl sürdü. O anahtarın avcumda bıraktığı metalik sıcaklığı hissetmek için çırpınışlarım iki uzun yıl sürdü. Hiçbir zaman gerçek olabileceğine tam olarak inanmamıştım bile. Sanırım benimle birlikte hiç kimse de inanmamıştı ki, ağlayıp zırlamıştım bunca zaman. Her şeye bu kadar yaklaşmışken bile kaç iş çıkışı akşamı AND plazanın önünde öyle aylak aylak oturup yerdeki taşları eşelemiştim ben bile bilmiyorum. Önce İstanbul’a taşınma cesareti geldi vurdu beni, tek nefeslik bir ömrüm kalmıştı sanki bundan aylar öncesinde. Boğuluyordum. Ölüyordum. Ve yalvarıyordum insanlara. İhtiyacım olan tek şeyin gitmek olduğunu bilerek. İstediğim, sevdiklerimi de yanımda götürebilmekti ama bu yolda reva olan son nefesime kadar onların yanında kalmayı kendim severek ve isteyerek seçmişken son nefesim için istediğim şeyin onlara fazla gelişiydi. Görmediler onlar, kime dönüştüğümü, neye evrildiğimi; onlar mutlu olsun diye…


Önemli değildi. İki küçük anahtar bugün bana bir kez daha ne kadar güçlü olduğumu gösterdi sanırım. Ben, tek başıma, en birinci olarak kendi hayatımı en baştan kurmayı başardım. Ve biliyorum artık. Hayat ne getirir bilinmez. Kaç acı daha gösterir, kaç ayrılık vurur, kaç kere daha düşürür beni dizlerimin üstüne.. Ah bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var ki, ne olursa olsun bir gün yine yürümem gereken yola geri dönmeyi başarıyorum ben. İki yıl denedim gözlerimi kapatmayı, kulaklarımı tıkamayı.. Bir adım geriden yürümeyi kendine yakıştıran ve bununla mutlu olmayı becerebilen bir kadın olmayı kabullendim ve sevdim. Neydi.. Sevgi emek miydi? Gerçekten mi?*


Ama yapamadım. İlk defa bu yüzden kendimden özür dileyemiyorum bir türlü. Kendim için kendime yaptığım en güzel şeyi yaptım ben bu süreçte. Savaştım. Kendim ve sevdiklerim için. Önce kendim için.


Şimdi kliması ve misafir odası bile olan penceresine ağaçlar dadanan bir evim var. Ne demiştik en başında; kendime kutu kadar bir dünya inşa edecektim. Kendime kutu kadar bir dünya inşa ettim. Kedim, battaniyem ve kanepem.. Asıl hikaye şimdi başlıyor.-büyük İstanbul depremi vurup beni öldürmezse- Kapımı kapattığım zaman herkes susmuş olacak. Bir önceki kavanozum şeffaftı ama bu sefer kavanozumu kendim inşa ettim. Ve inşa ettiğim en güzel şey oldu belki de.


Şimdi.. Özgürüm. Kendi işim, kendi evim, kendi param ve kendim varım. İlk görüşte aşklarım, uzun vadeli planlarım, kısa vadeli afakanlarımla.. Patavatsız kahkahalarım, yersiz dramalarım, umutsuz vakalarımla..


Sonunda nerede durduğun değil de, o yolu nasıl geldiğin mi önemli yoksa ikisinin de bir önemi yok da fazla mı abartıyordum bütün bunları.. Cevap veremedim. Hayata tutunmak ya da hayattan vazgeçmek ikilemi bile değildi. Sadece beni her gün şaşırtan bir gerçek var; her gün yeni bir şeyler keşfediyor oluşum ve her gün öğrendiğim yeni şeylerle ne yapacağımı bilemeyen bir bezginlikle etrafı yoklayışım. Bu döngü.. Ne zaman bitecek?


Patavatsız kahkahalar derken neyden bahsettiğimi bile hatırlayamıyorum bazen. Asıl sorun buydu belki.. Hangisinin gerçek olduğu.. Bu gün Ersel’in söylediği bir kelime ve yine hayatımı tam ortasından vuruşu.. Teşekkürler Ersel, bana yine haftalarca düşünecek bir konu verdin.*


Suni..

“Senin benden ne farkın kalıyor ki o zaman?” diye sordu bana.. Bir farkımız olsun istediğimi hiç düşünmemiştim aslında ama tam olarak bu da değildi. İstediğimi yapmak yerine, istediğimin tam tersini yapmayı deneyerek hayatta kalmaya çalıştığımı aslında zaten bildiğimi farkettim. Ve bir şeyler yine ışıltısını kaybetti. Yanlış yol, yanlış kişi ve yanlış zaman. Benim lanetim de buydu zaten. Tanıdık geldi bir yerlerden.


Bir de şöyle bir söz vardı ama, Yüreğin doğanın ritmi ve yaşama sevinciyle dolu bir sevdanın suni sınırlarına vardığında, o sınırları feda edip edemeyeceğini bilmek istiyorum.. Konudan bağımsız, sadece aklıma geliverdi.


Sonra yine her şey anlamını kaybetti. Ve sonra yine en baştan başlamaya karar veriyorum. Sürekli silip baştan başlıyorum yazmaya ve içten içe biliyorum sadece silip durduğum şeyleri hiç silmemiş olup ard arda ekleseydim bile muazzam bir hikaye çıkardı ortaya, ama benimkisi biraz deforme olmuştu ve elle tutulur bir yanı da kalmamıştı, kesip biçmekten ve çekiştirip durmaktan.. Hatıraları bile yarım olur mu bir insanın. Geriye sadece güzel olanlar kalsın diye diye zihnimdeki resimleri oyup durmuşum sanki. Suni.. Anlam aramak olmamalıydı amaç. Öylece dağınık bırakmak olmalıydı. Ama zaten bunun da bir önemi yoktu çünkü nasıl olsa bunu da silip baştan yazacaktım kafamda belki bir hafta sonra.


Ben de en iyi bildiğim şeyi yaptım, kafamın dikine gittim sonra. Olmayacak duaya amin diyemezdik. Sıkılıyorum sonra. Serseri geldik, serseri gideceğiz..



H.



 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör
  • White Facebook Icon
  • White Twitter Icon
  • White Instagram Icon

© 2016 by Hilal Çelik. Proudly created with Wix.com

bottom of page