top of page
Ara

BOŞLUK

Yazarın fotoğrafı: Hilal ÇelikHilal Çelik

Yoga stüdyosunun dingin sessizliğinde köşede bir yerde meditasyon sandalyesine kurulmuş otururken iki kat shavasana battaniyesi ayaklarımın üşümesini engelliyordu. Dizlerimi kendime çekip kocaman bir nefes boşalttım boşluğa doğru. Boşluk ne zaman bir kuyu gibi beni içine çekse konuşma balonları arasında yüzüyordum sanki direnç göstermeden, oyun parkı gibiydi kafamın içi. Karanlık, karanlık olduğu kadar rengarenk çeşit çeşit balonlar içinde yüzüyordum.

Sonra içim sıcacık oldu, ‘Düşünsene.’ dedim, ne kadar mutlu olurdun.


Önce direndim, sonra geldi kafası. Didem’in dersine 40 dk vardı. Keyfim daha da yerine geldi. Boşluğu seyretmek için yeterli bir süreydi. Burada yeterli bir süre saklanabilecektim. O günden beri ne zaman kendimle kalsam o boşluğu seyrederken buluyorum kendimi hissiz bir şekilde. İyiyim diyemem, kötü de değilim. ‘Olmazsan bir şeyler eksik kalacak.’ demiş olmamı kanıtlamaya çalışıyormuşum gibi sanki. Sanki bana sıcacık hissettiren bir giysiyi çıkardım üzerimden sırf başka biri üşümesin diye, ve çıplak kaldım bu kar kış soğukta.


Ama sorun giysi miysi değildi, sorun ne hissettiğim ya da neden hissettiğim de değildi. Uzaktı, uzaktım kendime daha çok. Sorularım, hatta bir sorum bile yoktu ki cevabım olsun. İnsanın kendi kendini manipüle etmeye bu kadar alışmasının sonucu sanırım cevaplarını bildiğin soruları artık sormaya bile gerek duymadan bildiğin cevaplardan kaçıp yeni bir kavram karmaşasına sokması kendini. Ama problem bu muydu? Ondan bile emin değilim. Dedim ya boşluk..


Sonra günler geçti. Birkaç gün. Duvarı seyrettiğim, konuşurken sesimin içine kaçtığı ve görünmez olmayı dilediğim birkaç gün. Pespaye giyindim, makyaj yapmadım, doğru düzgün gülümsemedim bile. Sanki içime işlemiş değersizlik hissini kendi kendime de kanıtlamaya çalışıyormuşum gibi uzun uzun aynaya da baktım boşluktan fırsat bulabildiğim zamanlarda. Ve şöyle dedim. “Çok çirkinsin ben olsam ben de sevmezdim seni.” Anlam veremedim. Depresyon değildi, umutsuzluk değildi, mutsuzluk değildi. Ama uzun uzun yeni ofisimin 18. katında boğaz manzaralı pencere kenarındaki orkide çiçeklerini inceledim. Her gün bir tanesi açıyordu. Ne değişmişti? Merve her gün arayıp sesimin tonundan durum yoklaması almaya devam etti.


Yeni yeni detaylarda boğuldum, saklanabildiğim her köşede saklandım ve öyle güzel gülümseyen kibar insanların var olduğu neşe dolu kaotik iş yerimde camdan yağmuru seyrettim. Anlamsızdı. Ama alıştım ve zaman verdim kendime. Yeterince uzağa gitmeyi başarabilirsem bu histen, başaracaktım. Bu yüzden saçlarımı daha da kısa kestirmeye karar verdim. Bir de saçmalamamak için daha az konuşmaya çalıştım. Bu yüzden ya sesim içime kaçtı ya konuştuğumda olması gerekenden daha yüksek çıktı. Bazı insanların isimlerini unuttuğum için onlara sakız veremedim, ama zaten görünmez olmuştum.


İçimden hiçbir şey gelmedi. ‘Ne eksikti?' diye düşünmekten fazlalıkları da yolda bıraktım. Sırf bu yüzden başkası olmak istedim. Drama yaratmadım ve acımadı canım. Kırgınlık böyle bir şey mi acaba diye düşündüm, tam emin olamadım. Zaten bu emin olamamalar da planın bir parçasıydı belli ki. Ne de olsa sarkastik duygularım bir kuruntudan ibaretti, aşamadım.


Kendimle gurur duyamadım, yoga yapıp rahatlayamadım, insanlara dokunamadım ve sevgi diye bir şey varmış gibi de hissedemedim. Yapılması gerekenler vardı yaptım, durmam gerektiğinde durdum ama dinlemedim.


Artık cenaze törenlerine gitmeyişim gibiydi bu duruma son vermek. Abimin cenazesinde böyle demişlerdi, “Ölmüş gibi değil de çok çok uzaklara yaşamaya gitmiş gibi düşün.” Bu fikre bile eskisi kadar sinirlenemedim. Zaten euro ve dolar alıp başını gitmişti.


“Neyse.” dedim. Dağlara taşlara kendimi vurmadım.


H.

 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


  • White Facebook Icon
  • White Twitter Icon
  • White Instagram Icon

© 2016 by Hilal Çelik. Proudly created with Wix.com

bottom of page