top of page
Ara

Kirpinin zarafeti

Yazarın fotoğrafı: Hilal ÇelikHilal Çelik

“Uçurtmaları seyrederdim.” dedi Rana Hoca.

“Bir sürü uçurtma vardı rengarenk. Bazıları çok yakından uçardı, bazıları özgürdü uzaklara giderdi. Gözlemlerdim. Çok uzaklara giden uçurtmaların renkleri ve güzelliği belli olmazdı, zaten bir yerden sonra ipleri kopar ve gökyüzünün derinliklerinde kaybolurlardı. Daha yakından uçanlar ise parlak, rengarenk ve neşe dolu olurlardı.” dedi, gülümsedim. Saat sabah 6’dan beri gökyüzünü ve ağaçları seyrediyordum ve doğa ihtiyacımız olan tüm ilham ve kaynağa sahip diye düşünüyordum. Bunu düşündüğümüzde genelde alternatif tıp ya da toprak ana olarak düşünüyoruz ama aslında içinde barındırdığı muazzam bir ilham kaynağı var. İzlemeyi bildiğimizde mental olarak da temizleyen ve iyileştiren…


Her oluşumun, her duygunun ve her insanın bir deseni var. Bir süredir rüzgarda savrulan yapraklar gibi bir o tarafa bir bu tarafa uçuşurken biri yakaladı sanki sapımdan. Sapıma kadar durdum ve dinledim. Dinlendim. Bir sorun vardı. Kızamadım kendime ve ona da kızamadım. Sonra işte kendimi bu ağaçları seyrederken buldum dingin bir sessizlik içerisinde. Hayatı, insanları, yürüdüğümüz yolları.


“Sen de böyle hissediyor musun bazen?” demişti uzun monoloğunun ardından birden bire bana dönüp. Rüzgar esti, çift kanatlı tahta beyaz kapı gitti geldi ve durdu yerinde. Dudaklarımı büktüm ve başımı salladım. Yorum yapmamaya yemin etmiştim birkaç kelimesinden önce, ama bir soru sormuştu ve cevap istiyor gibiydi, “Evet” dedim. “Ben de bazen böyle hissediyorum.”


O sanki hep bir cevap arıyor gibiydi zaten. Kafasındaki düşüncelerin arasından asıl soruyu seçemese de içten içe bir cevaba ihtiyacı olduğunu da biliyordu. Ama cevabı kendi kafasının içerisinde değil; rafların arasında, koltukların altında, okuduğu kitapların satır aralarında ya da yeni tanıdığı insanların zaaflarında arıyordu daha çok. Sıkışmış, daralmıştı ama başta kendi kafasının içinde kendi kendini çekiştiriyordu.

Bunu ona anlatabilmemin bir yolu yoktu. Gösterebilmemin de.

Ben de bilmiyorum aslında konu buralara nasıl gelmişti benim açımdan. Nasıl tutup çıkarmıştım kendimi kendi kazdığım çukurların içerisinden. Öfkelerimden, nefretlerimden, affedemediklerimden.


Kirpi gibi toparlak olmuş sevimli suratını kirpi toparlağının arasından nadiren çıkartıp alaycı ve neşeli bir bakışla etrafı kontrol ediyordu bazenleri. Öyle zamanlarda iyileşmiş haliyle tanışma özlemi çekiyordum. İnsana saf bir gülüş hissi veriyordu, göğsünden açan çiçekler gibi. Sonra sen, aurasının beyazına takılıp ona doğru yöneldiğinde hop geri toparlak olup dikenlerini çıkartıyordu. “Boroso bonom ozol olonom, ozok dor lotfon.” Uzak durup küçücük özel alanında güvenli alanının içerisine yerleşmesini seyrediyordum ben de gülümseyerek. “Tamam kal özel alanında, mesafelerimiz olsun. İhtiyacın olan buysa, bunu veririm sana.”


Yine de içimden ona kocaman sarılmak geliyordu ama yasaktı sarılmamız. Sarılırsak dikenlerini kırabilirdik belki, bu hoşuna gitmezdi. Dikenlerini seviyordu belli ki. Ama bir akşam ona bakıp şöyle düşündüğümü hatırlıyorum. Çok incinmişti. “Bırak kalayım.” demek istedim. “Koltuğun kenarında oturayım hiç konuşmadan dinleyeyim seni.” Onun hayatında sadece var olmak geldi içimden. Televizyonun yanındaki kocaman bitki gibi. Arada bir özenle suladığı, sessizce göstermeden sevdiği ve o farkına bile varmadan tüm yaşamına tüm geçişlerine ve tüm zamanına gözlemci olan. Sessizliğin içerisinde bir yoldaş bir yolcu gibi. Aynı rotada gidiyor olduğumuzu bilmemiz yeterliymiş gibi.. Kirpinin şefkati parmak uçlarının dokunuşundaki zarafetteydi ama sadece zamanı bir anlığına durdurup baktığında görebilirdin yaşama duyduğu saygıyı ve iyi olana duyduğu özlemi.


Fakat sadece kendi seçtiği bitkileri seviyordu kirpi. Kendiliğinden orada beliren ve kalmaya karar veren bitkileri değil. Onların çiçek açacağına, belki de küçük renkli meyveler verebileceğine de inancı yoktu, o istememişti çünkü meyveleri ve çiçekleri. İsteseydi kendisi alırdı marketten, uzun araştırmalar ve hesap kitapların ardından..


Son bir kez baktım kirpiye sonra. Dikenleri de neşeli burnu da çok güzel diye düşündüm. Güvenli alanı, mesafeleri ve kendi seçtiği bitkileri ile o kadar mükemmeldi ki, ayakta kaldım ben. Yer bulamadım kendime kalacak.


Neyse dedim sonra.

Bu da böyle bir hikayeydi. Ben zaten yolcuydum; sokakları, şehirleri keşfetmeyi ve insanları tanımayı deneyimleyerek adım adım geziyordum dünyayı*.


H.



 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


  • White Facebook Icon
  • White Twitter Icon
  • White Instagram Icon

© 2016 by Hilal Çelik. Proudly created with Wix.com

bottom of page