Dün İnstagram'da 2014 yılında İstiklalde çekilmiş bir posta rastladım. 2014 güzel bir yıldı. Bir gün İstiklalde son kez Light in Babylon dinledik ve o günün son olduğunu bilmiyorduk. Geri kalan her şey gibi. Sonra içime bir hüzün çöktü. Son zamanlarda kötü şeyler geliyor başıma, yoğun stres ve bunalım içerisinde güzel şeylere odaklanmaya çalışırken bazen kendimi atıveriyorum sokağa, saatlerce iki sokak üzerinde daireler çizip duruyorum.
Üniversite 1. Sınıfta bir çocukla flört ederken bir keresinde bana hayatın çok anlamsız olduğunu düşündüğünü söylerken ona “Hiç merak etmiyor musun?” demiştim. “Daha dinleyeceğimiz yüzlerce müzik, okuyacağımız yüzlerce kitap, gezip göreceğimiz ülkeler var, daha hiç çekilmemiş filmler..” Yaşama duyduğum tutku; İstiklal’de bir sokak çalgıcısıydı bazen, bazen İstanbul’da güneşin batışı, canım kedimin gözündeki sevgi pırıltısı, yaşayan bütün canlıların ahenkli sesleri, hatta bazen sadece içine çektiğin derin bir nefes ve kocaman bir ah ile dışarıya bırakışın bütün toksinlerini. Gülümseyip gökyüzüne uzanışın. Kalbim pır pır ederdi bunları düşünürken. Kardeşim öldükten sonra ne zaman böyle bir şey yakalasam hayata dair, güzel bir şarkı, bir film ya da bir fotoğraf karesi gözlerimin çektiği.. “Daha keşfedeceğin yüzlercesi vardı abi.” diye geçiririm içimden, vazgeçmemeliydin.

Dün gece sayıklayarak uyudum uykuyla uyanıklık arasında. Artık sevemeyiz birbirimizi bu dünyada. Maalesef çok geç kaldık. Kimsenin kimseye tahammül edemediği, herkesin birbirinin canını yaktığı insanlar topluluğunda otistik çocuklar gibi paniğe kapılıyorum bazen. Aklım almıyor. Ve bu hafta belki kabullenişim oldu. Günlük akşam yürüyüşümün ortasında bütün o yetişemediğim düşünce akışımın arasında durdum ve dedim ki; “Yapamıyorum.”
Ben başaramadım samimiyetsiz olabilmeyi. İnsanlarla çıkarlarım için oturup dedikodular yapmayı, kıskançlıkları, bütün bunları hisseden insanlarla savaşmayı öğrenmeyi.. Çünkü savaşabilmek ve daha da kötüsü savaşı kazanabilmek için onlardan daha kötü olmam gerekiyordu. Midem bulandı. Dün annemle telefonda konuşurken “Kendimi satsaydım bu kadar kaybetmezdim kendime olan saygımı.” dedim. Canım annem.
Sadece bekliyorum. Geçenlerde takip ettiğim bir kıza eşi şöyle demişti, “Öğrenmen gerekeni öğrendiğinde iyileşmiş olacaksın.” Kızın hayatı yogaydı ve omzu çıktığı için bir buçuk ay matın üzerine çıkamamıştı.
Öğrenmem gerekeni öğrendiğimde iyileşeceğim, biliyorum. Ama yapamıyorum. Ve sakin olmaya karar verdim sonunda. Fazla konuşmamaya, cevap vermemeye ve dokunmamaya.
2014 yılında güneş daha güzel doğuyordu sanki. Kirlenmemiştik bu kadar. İstiklal’de sokak çalgıcılarıyla dans eder, her sokağa girer çıkar tanımadığımız insanlarla sohbetler ederdik. Demir abinin kafesine uğrardık her seferinde, çayları hep acıydı bana göre ama sohbeti sarardı bir şekilde. O küçücük kafe, birkaç metre ötede sokağın köşesinde dünyanın en güzel gözlemelerini yapan otantik restoran. Sahaflardan alınan eski şiir kitapları, Merve için. Ve tanıdıklarımız. Sevgi saftı. Arkadaşlıklarımız saftı. Gözyaşlarımız ve sevinçlerimiz saftı. Ellerimi gökyüzüne uzatıp kendi etrafımda dönmeyeli kaç zaman oldu sahi? O en güzel filmler çoktan çekildi ve dünya tarihinin top listeleri arşivinde yerini aldı sanki, en güzel müzikler dinlenildi ve hevesler alındı. Hepimiz en iyi orgazmımızı yaşadık bir yerlerde ve üzerinden hatırlanamayacak kadar fazla zaman geçti gibi. Bütün dünya zirve noktasını yaşadı ve sonrası kıyametti.

Özledim ben bütün bunları ve değişimin kendisini üzerimize bulaşan bu balçık gibi tozu toprağı bir videoda farkediverdim. Hep bir şey eksik diyoruz uzun zamandır, aslında bir şey eksik değil de bir şeyler çok fazlaymış gibi. Yalınlaşmalıyız artık, kayboluyoruz hep beraber de donarak öldüğümüzün farkında değiliz sanki. Üzgünüm. Ve ben gideceğim bir gün buralardan, insanların çok konuşmadığı bir yerlere..
H.
Comments