Bu akşam yeryüzündeki bütün aç insanları doyurabilecek kadar fıstıklı ve peynirli cips yedikten sonra eğitim ödevlerimi teslim ettim. Her açıdan verimli bir hafta sonu oluyordu. Bazen hayatı güzel bir dizinin ikinci sezonu gibi görüyorum. Büyük beklenti vardır ya en sadık fanları tarafından, ama bütün o hareketsizlikten beslenen bir dinamizm içinde başlar. Ormanın birine yağmur yağıyordur ya da ne bileyim güzel bir ilkbahar sabahıdır falan, sanki bir önceki sezonun son bölümünde ortalık ateşe verilmemiş en çok sevilen yan rol ölmemiş gibi vs.

Bugünkü yoga dersimde yay pozunu yapmaya çalışırken ve her zamanki gibi dizlerimin tarafına doğru eğim gösterirken bunu düşünüyordum işte. Ve sonrasında dizlerimdeki hassasiyeti azaltmak için sıcak suyun altına girdiğimde de. Bir keresinde Rana hoca “Bir gün yaşadığın en kötü şeylerin bile seni yaşayacağın en güzel şeye taşıdığını farkedeceksin.” demişti. İşte sıcak suyun altında zihnimde sohbet eden sesleri dinlerken böyle bir şeye kulak misafiri oldum.
Öyle olmasaydı böyle olmazdı’cılık. Bazen gözlerimize perde inebiliyor, kulaklarımız sağır oluyor. Karanlığın ve hiçliğin ortasında el yordamıyla yolunu aramaya koyuluyorsun, korkuyorsun. Sonra belki minicik bir ışık beliriyor ulaşıp ulaşamayacağın belirsiz. İyi ya da kötü olduğu belirsiz. Sadece imkanlar dahilinde en mantıklısı..
Sonrasında şunu düşündüm; "Netliğin karşısında duran iki kavram var." dedi Rana Hoca: Korku ve Umut.. Sonra sarsıcı bir sessizlik. Bir süredir bunu düşünüyorum belki de o günden beridir. Sonra sanırım buldum cevabı. Umut bildiğimiz umut değildi, kalbimizi ısıtan önümüzü aydınlatan inançtan beslenen ellerimi uzattığımda beni tutup çekeceğini bildiğim değil.. Bir sevgili gibi yüzüstü bırakan cinsten bir umuttu. Kendine bile yalan söylemene sebep olabilecek bir düzlemde. Önemli olan yolda olana olduğu gibi bakmaktan çok hikayenin sonuyla ilgilendiği için bir illüzyonu yaratıp bir peri masalında yaşamak gibiydi, yüksekten uçturan ve düşüşü muhteşem olan. Bu yüzden bütün romantik filmlerde daha stabil daha güvenilir olan adamlar kazanıyordu hikayenin sonunda, tutkulu deli edici derecede baştan çıkarıcı olanlara karşılık. Fizik, kimya, biyoloji, matematik, bütün bilim dalları kendi dilinde aynı şeyi söylüyordu aslında... Eşleşme ve uyum aynı şeyler değildi.

Sonra aklıma bir şey geldi ve susamış gibi defterimi aldım elime bir çırpıda. Mey’in ilk derste bahsettiği bağımlı ilişkilerdi varmak istediğim. O üç kelimenin üzerinde parmaklarımı gezdirdim; sanki kör, sağır ve dilsizmişim gibi ellerimle hissetmeye ihtiyaç duyarcasına. Kurban, Kahraman ve Zalim…
En çok hangisini olmayı sevmiştim? En çok hangisi saklamıştı benden gerçeği. Şimdi’nin Gücü kitabında şimdiye odaklanıp geçmiş ve geleceğin başka bir deyişle Korku ve Umut’un ilizyonundan kaçmaya çalışırken yine her zamanki gibi kendi çizdiği çemberde kendini yiyen Ouroboros gibi hapsolmuştum. Acı çekmek dönüşmek demekti, dönüşüm ise adaptasyon. Yıllar önce yazdığım o masalda Morfo’nun kanatları gibi.
Her açıdan verimli bir hafta sonu oluyordu bu düzlemde.
H.
Comments