top of page
Ara

Patern

Yazarın fotoğrafı: Hilal ÇelikHilal Çelik

“Sevgi öyle bir şey değil.” dedi. Şiddetle karşı çıktım önce. Sonra sanki bir romantik-komedi senaryosunda monolog yazarıymışım gibi devam ettim pratiğime. Evet gördüğüm tüm güzel şeyleri toplayıp ona götürmek istiyordum ama çok da güzel bir şey göremiyordum aslında son zamanlarda. O sadece orada sabit bir şekilde duruyordu, Ikea yemek masasının arkasında. Koltuktan sarkıp ona bakarken arkasındaki beyaz duvarı seyrediyordum ben de amaçsızca. İlk tanıştığımızda o duvara tablo ya da bir şeyler düşündüğünden bahsetmişti. Olmamıştı demek ki. Zaman ne çabuk geçiyordu, benim yolum ona çıkıyordu ve boş bir kap gibiydi sanki doldurup doldurup boşalttığım, aşınmıyordu.


Zihnim sürekli yeni fikirler ortaya koyuyordu. Bazen de içgüdüler. Ama sevgi konusu açılınca bu konuda konuşması gereken tek kişi benmişim gibi davranıyordum. Kelimelerle ifade etmeyi bir türlü başaramadığım bir hasarım vardı. Ne onarabiliyordum ne onu görebiliyordum. Bir yanım hep kör kalacaktı sanki. Ben göremediğim için başkaları da göremezmiş gibi geliyordu ama öyle değildi belli ki. Nasıl olsa onu hiç dinlemediğimi düşünüyordu. Dinliyordum. Ama hep sonradan.


Öz-sevgi’den bahsetmeyi çok severdim mesela derslerde. “Ah.” demişti Rana hoca. En zor konu aslında. Nedenini anlayamamıştım ama parmak uçlarında yürümemiz gereken konular vardı.


Sonra o şarkıyı açtım yine. Güzel bile değildi ama nedense bana o bahar sabahını hatırlatıyordu. “Bu muhabbetin yüz yüze olması gerekirdi.” demişti. Değişmiştik. Araya aylar da girse haftalar da girse hep bambaşka birine dönüşebiliyor olmayı sevmiştim. Geriye gittiğimi düşünürken bile başka bir yolun başka bir gerisine gidiyordum aslında. Sanki bütün yolları en baştan yürümem gerekiyormuş gibi. Hep bir suçlama ve drama içerisinde. Ama kaç zaman oldu hiç sıkılmadan yorulmadan sabaha kadar sohbet ettiğimiz? Kendim de bilmiyordum ne hissettiğimi ki sadece sarılmak istiyordum artık. Sarıldığımızda konuşmak zorunda değildik ve kalplerimiz birbirine dokunabiliyordu.

Doğal akışın içerisinde gelişen, emek gerektirmeyen bir emek. Çabasız çaba, “Olması gerektiği kadar” derim hep ders verirken. Kal orada, ihtiyacın olduğu kadar ve olması gerektiği kadar. Bir ilişkinin doğal sınırlarına geldiğinde hissederdin zaten. Gitmen gereken yer yoktur, sadece gidiyorsundur ve gitmeye çalışmıyorsundur. Bir insan neden kaçmak ister zaten. Cehennemi kendi zihninin içinde olan biri anlar bunu. Kaçmaya çalıştığın zihnindir ve zaten nereye gidersen git kaçamazsın ondan da.



Özlediğim, “Günaydın Kadıköy!” diye kıpır kıpır içine derin neşeli bir nefes çeken Hilal’di. Güzeldi kafası. Ve sevdiğim de oydu belli ki. Tertemizdi ve yepyeniydi masanın üzeri. Özeniyordu bardağını bile bırakırken. Sonra dolup taştı, kalabalığın içerisinde gözleri de göremez oldu. Zaten gözlüğünü de kaybetmişti. Tümünü sırayla gözden geçirdim, sevdiğimi iddia ettiğim herkesi birer birer. Nereye gitmişlerdi?


Birini tanımak hakkında konuştuk biraz. İstemsizce soruyorum kendime “O zaman nedir sevmek?” Önce bunun tanımını yapmaya çalıştım. Sonra tam anlamıyla yapamadığımı farkettiğimde hiç sevmemiş olmaktan korktum. Belki de diğer konular gibi bir paterndi. Sevmek emekti, emek acı çekmek ve fedakarlık. Kalmak bedel ödemek, gitmek vefasızlıktı. Bedel ödemekle vefasızlık arasında kalmaksa hangi açısından bakarsan bak sevgi olmamalıydı belli ki. Ve ben bedel ödemezsem sevemeyeceğime inandığım için hep bedel ödemem gereken kişileri seviyor sonra vefasızlık yapmış olmamak için onlara da bedel ödetiyordum. Ve o durdu. Biraz ileri gitse suçlayacaktım onu da. Ama o hep duruyordu zaten. Paternime uydurabilmek için etrafından dolandım, o yine durdu ve ben aynı yere döndüm.


Aşk sarhoşu insanlara gözlerimi kısarak bakıyorum. Seven ve sevilen insanların üretkenliğine ve aşırılıklarına. Aynı zamanda ayrı ayrı ve bütün olarak nasıl tamamlanmış olduklarını seyrediyorum. Ben hiç hissettim mi öyle diye düşünüyorum. Sonra eski defterler açılmasın diye kaçıyorum yine. Yorulduğum ilişkilerden kaçarken toparlak olmuş hislerim “Dur orası değil, oraya vurma.” diye yalvarırken arada kaynayan insanları düşlüyorum. Sonra tuvaletteyken aklıma geldi. Çok uzağa gitmeye gerek yoktu. Misha’ya baktım. Biraz dikkatle baktım ona, tanımlamaya çalışarak. Yapabileceği hiçbir şey ona olan sevgimi azaltamaz diye düşündüm. Sonuçta bir hayvandı. Ve sonuçta insandık..


“Ben de seni seviyorum.” dedi ve ben gittim. Sonuçta insandık. Ben seçenekleri sıraladım. Sonuçta sadece insandık. “Hayır.” dedi sabırla ve anlayışla. Daha suni sınırlara varmamıştık bile. Ve benim artık tedaviye ihtiyacım vardı. Terapi için tuttuğum not defterimi açtım ve büyük harflerle yazdım.


S E V G İ.


H.


 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


  • White Facebook Icon
  • White Twitter Icon
  • White Instagram Icon

© 2016 by Hilal Çelik. Proudly created with Wix.com

bottom of page