“İçkisiz bir banyo.. içkisiz bir banyo gibidir işte.” dedi Patrick. Sonra kitabın kapağını kapatıp kaykıldım L koltuğumun kısa kenarında. Bu hafta sonumun ödevi bu kitabı bitirip Dune serisine başlamaktı ama sabahtan beri sadece 4 sayfa okuyabilmiştim.
Sıcak bir duş, ayrıntılı bir cilt bakımından sonra kitabımı elime aldım ve Misha kucağıma o kadar güzel kuruldu ki ona sarılıp battaniyeyi üzerimize çekmem ile yine hafta sonu aktivitelerim yalan oldu. Öğlene kadar uyuduk her zaman ki gibi onun patileri boynuma sarılmış kafasını boynuma gömmüş haliyle. Sonra bir kuş cıvıltısı duyup sıçrayarak uyandığında sanki kuşun kendisi benmişim gibi kızgın kızgın suratıma baktı tek gözünü açamayarak. Onun en çok bu uykulu halini seviyorum aslında. Her tarafını öpüp koklamama izin verdiği tek zaman oluyor.
Bütün bu karantina bittiğinde neye dönüşeceğimi merak ediyorum ümitsizce. Her şeyden önce tek iyi kısmı sanırım yine kendimi hayatın akışına bırakıp zamanın öylece geçip gitmesine rahatlıkla izin verişim olacak. Her şeyi unutacağım bir hafta içinde.

Bu sabah diğer sabahlardan farklı olarak kendi kendime konuşarak uyandım sabahın altısında. Kafamın içinde çözümlemem gereken şeyler bayatlamaya başlamıştı erteledikçe. Bazı sorularımın cevaplara ihtiyacı vardı uzun zamandır. Ve uzun zamandır zaten izole ediyordum kendimi insanlardan. Sonra damarlarıma onun sıcaklığı yayıldı, uzun zaman almıştı. İçimin üşümesi nasıl bir histi unutuverdim. Kalbim tekrar kan pompalamaya başladı. Ve beklemeye başladım. Sonra farkettim. Kendimi kandırışımda ve söylediğim ucuz yalanlarda.
Yaraları sarabilirdim sadece. Sonra sadece bir kere sarılabilirdim ona. Sonra sadece öpebilirdim belki. Sonra sadece bir kere kokusunu içime çekebilirdim. Sonra belki sadece bir gün geçirebilirdik beraber. Ya da belki sadece birkaç gün.. birkaç hafta. Başta sadece öylesine belki. Sonra belki kalırdı. Belki kalırdım. Belki sadece sıradan olabilirdik. Ya da sadece sevebilirdik. Belki sadece ben sevsem bile yeterli olurdu. Sadece biraz zamana ihtiyacım vardı. Sadece.. derken üç dört yıl geçerdi belki bu şekilde. Sahi papatyalarla barışmam kaç yılımı alırdı?

Sormazdan geldim birkaç gün. Asıl kritik soru bu mu olmalıydı gerçekten? Sonra döndüm ve tekrar baktım. Sadece canımı acıtmak için yaptıklarının bir önemi olmalı mıydı? Ya da hiç önemi olmamış gibi mi davranmalıydım. O değil de nasıl davranmak istiyordum sahi? Sadece severek devam etmek yeterli miydi? Kim için yeterdi? Ve yine planlar projeler kalırdı elime beni boğazlayan. Ben bu kitabı defalarca okumuştum. Her seferinde başka bir şey farkederek okumuştum da neden hala içimi baymamıştı. Baysındı artık.
Ben de kestirip attım orta yerinden, elimi yakan çaydanlık kulpu gibi baya bir patırdı çıkardım. Nasıl olsa tek başımayım bütün bu yolda. Kıvranıp durmamın tepinmemin ne önemi vardı. Nasılsa gelen giden yoktu artık. Düşüncelerim ve ben, biz, ne çok şey istiyorduk her seferinde. Ne güzel kafa yaşıyorduk içimizde. İçimizde iyi insanlardık sözde. Çok fazla kural çok fazla aşama. Ve hep hayal kırıklığı. Kendi kendimize yaptığımız nankörlüklerle beslenen. Ama nasıl hala bu kadar taze taze acıtabiliyordu hayret ediyorum.
Ben de nefes almaya karar verdim. Hayat bu, her gün kendimizi tanımaya devam ediyorduk bir nevi. Temiz oksijen, kuş cıvıltıları ve TEM’in gürültülü sesiydi hayatımın özeti. Hiçbir şey öylece huzur dolu olamıyordu ya.
Bakışlarımı kitaplığıma çevirdim, orantısız bir şekilde sırt üstü yattığım L koltuğumda boynum tutulacaktı birazdan. Hala okumam gereken onlarca kitap vardı. Edinmem gereken yüzlerce arkadaş ederdi bu da. Baş ucumda yarısı bitmiş kitaba uzandım ben de. Biliyordum beş dakika sonra huzursuzlanıp yine aldığım yere bırakacaktım. Olsundu. Bunu hep yapıyordum zaten.

Bütün olanlardan sonra gelmesi gereken o iç huzur hiç uğramadı bana. Totalde yine bir başıma kalmıştım kendi yarattığım kutumda. Cevapları almak bir işe yaramıyormuş anlayacağınız yarım kalan hikayelerde. İçinizi soğutmaya yetmiyormuş travmaların balonlar gibi sönüp gitmesi. Ve geriye hep en güzel hatıralar kalacaksa da, fazla yüksekten uçmamalıymışız bir dahaki sefere. Eskiden muhteşem olan düşüşümü hatırlar can çekişirdim olduğum yerde. Sonra bunun bir de artık o acıları hissetmeyip sırt üstü yattığın yerden bir zamanlar neşeyle uçtuğun aynı gökyüzünü seyrediş kısmı varmış. Ve Maleficent gibi kırıkmış kanatlarım. Sadece lanetli gözyaşlarımı döküp dururmuşum. Ve evet aynı gökyüzünden baktığımda nokta kadar gözükürmüşüm gözüme.
Sonra kapatırım konuyu bir süreliğine. Müzik listemi değiştiririm. Hızımı alamayıp 1,3,5..10 kitap bitiririm. Bir bakarım aylar geçmiş. Doğal uyuşturucu hayatın kendisi olurmuş. Sadece nefes alsam yeter diye düşünüp görünmez olurum ben yine. Sonuçta hiçbir şey yapmadığım halimle bile kırabiliyorum birilerini hala. Bu özel gücümle henüz tanışmamış insanlarla oturup çay çorba içerim ben de. Ne yapalım, her şeyin bir bedeli var bu hayatta. Seve seve ödeyeceğim kendiminkini. Olağanüstü hallerden bir bana af çıkmadı adaletine yandığım bu sevgilim dünyada.
H.
Comments