Vize başvurusu süreci, sınavlar, yoga dersleri derken birkaç ay daha yuvarlandı gitti ardı ardına atılan tekila shoutlar gibi. Ellerimi hissediyorum son zamanlarda, öyle hafif bir dokunuşla geçiyorum ki yaşamdan. Köklenememe problemimi uçmak için kullanmayı öğrendim sanki.
Düşünüyorum, Misha gelip yanağıma bir öpücük konduruyor kendince. Öpmeyi benden öğrendi. Kucağıma gelebilmek için bir yol arıyor sonra. Vedalaşmak bugünümün teması. Bir yudum su içiyorum, sonra hatırlıyorum içmem gereken takviye gıdalarım var. Bazen geleceğin belirsizliği karşısında ödüm kopuyor. Sonra bir gülümseme geliyor, bir nefes sigaralık sürüyor. Macera gibi macera olacak. Hikayede yeni bir chapterın habercisi özlü bir söz gibiyim şimdi.
Bir yıl önce Şimdi’nin Gücü kitabında okumuştum. “Geçmişimizi şu anlarımız oluşturuyor.” diyordu. Şu anlarımı güzel kılmaya çalışabilirsem, bir gün yeteri kadar süre geçtikten sonra dingin bir geçmişim olacaktı. Arındım kaoslardan. Mey ne zaman mikrofonu bana uzatsa böyle diyorum. Eskiden iyi değildim ben. Artık iyiyim galiba. Geleceğin ne getireceğini bilmeden de iyi olabiliyorum.

Bazı hatıralar gülümsetebiliyor insanı. Ve sonra o hatıralara takılı kaldığımı keşfediyorum. Hala daha bazı paternler var, peşimi bırakmıyor. Obsesyonun tedavisi var mı gerçekten? Terapi ya da ilaçla değil. Belki yoga. Ama farkındayım. En azından. “Gerçekten emin misin hiçbir şey hissetmediğine?” diye sormak istedim. Ama sormayacaktım, kendiyle hesaplaşmasını bitirememiş bir insana dokunmamak gerekiyordu. Ne ilk, ne son olacaktı belli ki. Beni tutan o değildi. Ben de değildim. Aradığım soru bir gün zihnimin içerisinde yüzeye vurduğunda arkama yaslanıp tarçınlı elma çayımdan sıcak bir yudum aldım. Moda’yı ikiye bölmüşüm sanki, Migros’un olduğu o kargacık burgacık yol ayrımı ile sahile giden sütunlu cadde olarak. Bir de ara sokakları vardı ikinci bölgenin, sonu hep aynı köşe başına bir şekilde çıkan.
Söylemek istedim. “Ben senin alabileceğin, alman gereken bir sorumluluk değilim. Zor zamanlardan geçmiş-aynı senin gibi- ve iyileşmekte olan bir arkadaşım sadece. Yorma kendini, veda etmemiz gerekiyorsa vedalaşalım.”
Veda, dedim kendi kendime. Artık yapmam gereken şey tam olarak bu. İçimden gelen bir veda. Bazı insanların hayır’ları köşeli olmuyor, bazı insanlar çemberler çiziyor ve sen hep ortada bırakıyorsun kendini. Bir daireye bile dönüşemiyorsun sonra. Çemberler esniyor, bazen daralıyor. Zaman geçiyor ve hiç açık vermiyor. Örüyor da örüyor motiflerini.

Zaman durdu. Vedalaşmam gerektiğini o an farkettim. Gidiyor oluşumla ilgili de değildi. Ceplerimi kontrol ettim. İki telefon, bir sigara paketi ve çakmak saydım avuçlarımda, ama sadece bunlar değil. Neşeli bir haftasonu, keyifli olduğunu düşündüğüm uzun sohbetler. Herkes kendi kafasını yaşıyordu belli ki. Ama devamı olmayacaktı, “Vedalaşmalısın.” diye fısıldadım tarçınlı elma çayımdan bir yudum daha alırken, bazı vedalar arkadan el sallamaya benzemezdi.
Patlayan bir balon gibi dağıldı havaya sanki partiküller. “Önemli değil.” dedim. Varla yok arası iyidir. Sonra Misha gelip tam kolumun üzerine oturup enerjimi topraklıyor sağolsun. Söyleyecek kelimelerimi bir de o emiyor.
“Güzel fotoğrafmış, ama yamuk.” diyor. Gülümsüyorum. O gecenin orada artık bitmesi gerekiyor. Kabanımı giyip vedalaşıyorum. “İyi ki tanıdım seni.” diyorum. Gözlerinin içine olması gerekenden bir tık daha uzun süre bakarak. Arkadaşça bir sarılma, anlaşılmışlık hissi ve saf insan sevgisi ile dolu… Bir insana verebileceğimiz başka da bir şey yok zaten. Gerisini zaman çözüyor, zaman çözülüyor avuçlarımızın içinden akıp giderken. Ama onun için biraz yoğun ve yorucu, didikliyor da didikliyor. Benim dikkatim başka yerde. Uyanmak istemiyorum.
H.
Comments